17 Kasım 2015 Salı

BOYACI HASAN VE TUĞRUL..(ibretlik hikayeler)


zeynasasssssasaep
Tuğrul, annesinin sofraya getirdiği
bulgur pilavını görünce, yüzünü
buruşturdu.
-Üç gündür aynı şey anne, diye şikâyetetti. Pilav, pilav, pilav…
Anne tabağı sofraya koyduktan sonra:
-Oğlum ne yapalım? Elimizde var mı ki sana çeşitli yemekler pişireyim…
Paramız var mı ki istediklerini alayım…
Tuğrul gözlerini kıstı:
-Komşumuzun oğlu Ahmet’i biliyorsun anne… Evlerinde çeşit çeşit yemek
çıkıyor. Mert de öyle, Selim de öyle…
Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor. Bıktım bu
parasızlıktan… Benim onlardan farkım ne?
Annesi ağlamamak için başını arkaya
çevirdi. Üzüntü dolu bir sesle:
-Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi? Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu.
Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz.
Hem sen başkalarına ne bakıyorsun?
Onlar kadar zengin değiliz ki biz.
-Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz ya?
Hışımla sofradan kalktı.
-Ben bu yemeği yemiyorum! Hep aynı yemek! Bıktım! Pantolon desen yamalı
yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter ya!
-Oğlum Tuğrul! Nereye böyle?
Tuğrul, eskimiş, yer yer boyası dökülmüş mon-tunu sırtına geçirirken
annesine boş gözlerle baktı, cevap vermedi.
 Kapıyı çektiği gibi çıktı.
Zavallı anne bitkin ve kederli bir halde içini çekti önce… 
Sonra yanaklarına
doğru birkaç damla yaş süzüldü. Peşinden bir hıçkırık… Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
-Ya Rabbim, ne olacak bu hâlimiz bizim? Bize yardım et.
Hem ağlıyor, hem dua ediyordu.Zavallı kadın üzüntüsünden tek bir
lokma bile yiyemedi.
***
Tuğrul, elleri montunun cebinde ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zorla
yürüyordu sanki. 
Bir yandan da söyleniyordu.
-Pilavmış, para yokmuş! Herkes hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz. Ah gözün kör olsun fakirlik!
Gözleri önünde yürüyordu. Sanki bütün herkes kendisine bakıyor ve içten içe alay ediyordu. 
Sanki başını kaldırsa onu birbirlerine gösterip alay edeceklermiş gibi hissediyordu.
Söylene söylene parka kadar gelmişti.
Kafasını kaldırdı, oturacak bir yer aradı. 
Adımlarını sürüyerek parka girdi ve bankın birine oturdu. En azından biraz kendine gelirdi. Gözleri, ucu
yırtılmak üzere olan ayakkabısına
takıldı. Ayaklarını hafif içeri çevirerek gizlemeye çalıştı.
-İşe bak, dedi. Ayakkabı, ayakkabı değil, sanki pabuç.
Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı.
-Boyayayım abi, dedi.
İsteksiz bir tavırla çocuğu inceledi. Eli yüzü kapkaraydı. Elbiseleri lime limeydi. Lastik ayakkabıları vardı.
Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu. Çocuk, Tuğrul’un manasız manasız
baktığını görünce :
-Hişt abi, dedi. Boyayalım mı, dedim!
Tuğrul ezgin bezgin gözlerini kaçırmaya çalıştı:
-Param yok ki, dedi. Hem şuna
baksana, boyanacak neresi kalmış?
Boyacı çocuk onun hâline acıdı ve yanına oturuverdi.
-İsmin ne abi senin? diye sordu.
Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı:
-Tuğrul, dedi. Ya seninki?
-Benimki de Hasan… Kötü bir şey mi oldu abi?
Derdini soran bir dost bulmak Tuğrul’u sevindirmişti. Anlatmaya başladı derdini, içini döktü. 
Hasan işini bıraktı, onu dinledi.
Konuşması bitince Hasan:
-Hayatımız birbirine benziyor abi, dedi. Üstelik babam da yok benim. Evin tek erkeğiyim. Ama hâlimden şikâyetçi değilim. Buna da şükür. Sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara geliyorum. Günde 10-15 ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey geçiyor elime. Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz. Hâlimize
şükrediyoruz. Sonuçta bizden beter olan da var, değil mi?
Tuğrul şaşkın şaşkın bakarken Hasan kalktı.
-Gidiyorum abi, dedi. İstersen ayakkabını boyayayım, para almam.
-Sağol Hasan, dedi. Başka zaman inşallah.
Hasan giderken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında sanki
başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Ayakları engelliydi Hasan’ın. Topallayarak, zar zor yürüyordu. Oysa kalkıp gidene kadar bunu hiç fark etmemişti. Kaldı ki,
Hasan da bundan hiç bahsetmemişti.
O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına gitti; koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına. Babasız ve engelli bir çocuğun
ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca azim ve irade inanılmazdı. Asıl şimdi ezildiğini hissetti.
Öyle değil mi idi ya? Neden, şu
durumunda bile, daha beter durumda olan, hatta bir elbise bulamayıp tek giysiyle yaşayan, bir dilim ekmek için çöplükleri karıştıran kimseleri düşünerek haline şükreden
Hasan kadar olamıyordu?
- Ne kadar da aptalım, diye hayıflandı.
Hasan’ın hâline bak, şu halinde bile boyacılık yapıyor, parasını kazanıyor,
bir de ev geçindiriyor. Bana ne oluyor?
Yok, zengin olmakmış, yok para bulmakmış! Hem ben çalışmıyorum da! Rahatlığı bulmuşum, daha
fazlasını istiyorum. Bana ne arkadaşlarımdan, Mert’ten Selim’den bana ne?
Böyle düşündüğüne sevindi. İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu.
Hafiften kararmaya yüz tutmuş havaya baktı. Başını önüne eğip:
-Annemi bugün çok üzdüm, kalbini kırdım, dedi. Gidip gönlünü alayım,elini öpeyim.
Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur pilavı istiyordu. Bu değişikliğe hayret  etti.
Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç duyarak, fakirliğe isyan ederek geldiği yoldan, 
şimdi pişman bir şekilde,
haline şükrederek dönüyordu...

15 Kasım 2015 Pazar

İNSAN VE HAYAT dergisi 69.sayısı VİTRİNLERDE...

Yeni icatlar insan hayatını nasıl etkileyecek?

İNSAN VE HAYAT dergisi 69.sayısı vitrinlerde yerlerini aldı.
bu harika dergiyi
 internet üzerinden de okuma şansınız var 
hemde 2 lira gibi çok makul fiyata  sahip olabilirsiniz= abone olmak için buyrun.

veya ben dergimi alır sayfalarını çevire çevire kokusunu duyarak okurum :) derseniz 
buradan abone olabilirsiniz..

DUA ve KÜÇÜK BİR ÇOCUK..

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: 
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? 
Küçük çocuk, başını çevirmeden; 
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup: 
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. 
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. 
Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: 
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. 
Çocuk, büyük bir sevinçle: 
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? 
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. 
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. 
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: 
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. 
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: 
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. 
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. 
Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: 
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. 
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: 
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: 
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

dini hikayeler..

DİĞER YAYINLARIM..