dini hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dini hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2015 Pazar

ÖMRÜ KADAR RIZIK (harika bir hikaye)

Büyüklerden Hatemül Asam hazretleri, bir yolculuğa çıkacaktı. Ailesine:
— Ben sefere çıkacağım... Sana ne kadar yiyecek bırakayım, dedi. Hanımı da hakiki mütevekkillerdendi. Kocasına:
— Yaşayacağım zamana yetecek kadar rızık isterim, diye cevap verdi.
Hatem'ül Asam hazretleri:
— Ben senin ne kadar yaşayacağını nereden bilebilirim, deyince de, hanımı:
— öyleyse rızkımı ne kadar yaşayacağımı bilene havale et! Yani Allah'a bırak demek istedi. Bunun üzerine Hatemü'l Asam hazretleri, bir şey demeden sefere çıkıp gitti.
Bu hali duyan bazı kadınlar, büyük velînin hanımına:
— Kocan ne kadar yiyecek bıraktı? diye sormaya başladılar. Mübarek kadın onlara şu cevabı verdi:
— Benim kocam rızık vermez, rızık yer... Çünkü rızkı ancak Allah (c.c.) hazretleri verebilir, insanlar bir müktesip sebeptir.

Büyük Dini Hikayeler

27 Mart 2015 Cuma

KESİNLİKLE OKUMALISINIZ MÜTHİŞ BİR HİKAYE..


Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. 
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.

24 Mart 2015 Salı

FATİHİN HALKINI İMTİHANI

Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, istanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti
Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı.
Çarşının bir tarafından girip, alış - veriş yapmaya başladı. 
Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi.. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu.
Adam:
— Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi.
Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.
Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:
— Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve istanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı.
51 gün süren muhasaradan sonra Bizans, Akşemseddin Hazretlerinin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu. İstanbul fetholunduktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı. 

Büyük Dini Hikayeler..

17 Mart 2015 Salı

DUALARIN KABUL ZAMANI

DUALARIN KABUL ZAMANI ile ilgili görsel sonucu

Ebû Hüreyre radıyaîlahü anh'den anlatılır:

Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
«Güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Çünkü Adem aleyhisselâm o günde yaratıldı, o günde Cennete konuldu, o günde Cennetten yer yüzüne indirildi. O günde bir saat vardır ki; Allah'tan bir şey isteyerek, kıldığı namazı o saate isabet ettiren her müslim kuluna Allah istediğini verir.»
Ebû Hüreyre radıyallahü anh devam ederek derki:
Sonra Abdullah bin Selâm'a rastgeldim ve kendisine bu Hadîsi anlatınca; Abdullah bin Selâm:
— O saati biliyorum, dedi. Bunun üzerine kendisine:
— Hiç bahillik etme, onu bana haber ver, dedim. O da:
— ikindiden sonra güneş batıncaya kadar olan zamandır, diye söyledi.
Dedim ki: ,
— İkindiden sonra nasıl olabilir? Allah'ın Resulü: Müslim kul namaz kılarken o saate isabet etmez, buyurmuştu. Halbuki ikindiden sonraki vakit namaz kılınmayan bir zamandır.
Bunun üzerine Abdullah bin Selâm şöyle cevap verdi:
— Resûlullah, oturup da namazı bekleyen kimse namazdadır, buyurmamış mı idi?
— Evet, dedim. O da:
— İşte, bu o demektir, dedi.
Ebû Hüreyre ile Abdullah bin Selâm bu saatin güneş batmadan önceki saat olduğunu söylemişlerdir.
(Tirmizî, Ebû Davud, Neseî)

14 Mart 2015 Cumartesi

ODUNCU İLE ŞEYTAN

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. 
Allah'a karşı kulluk" vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan meded beklerlerdi.
Oduncu, bir gün: «Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum» diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi.
Dağa doğru giderken karşısına acaip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:
— Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi. Adam, oduncuya:
— Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı.
Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı.
Şeytan zahide:
— Ey zahid, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.
Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar.
Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü.. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında, altını gördü. Memnun olmuştu, ikinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce:
— Seni sahtekâr seni, kandırdın değilmi beni?., diyerek üzerine hücum etti.
Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:
— Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi. 

12 Mart 2015 Perşembe

HAZRETİ ALİ'NİN KÂFİRİ AFFI

Bir harpte Hazreti Ali (r.a.) bir kâfirle çarpışıyor ve kâfir usta bir savaşçı olduğu için bir türlü mağlup edemiyordu. Tam karşı karşıya geldikleri bir sırada Hazreti Ali:
— «Ya Allah!» diyerek kâfirin üzerine hücum edip yere yatırdı. Çıkıp göğsü üzerine oturduktan sonra hançerini çıkarıp geberteceği sırada kâfir Hazreti Ali'nin yüzüne tükürdü. Kâfir, bunu Hazreti Ali gazaba gelsin de; daha çabuk öldürsün diye yapmıştı.
Hazreti Ali hemen kâfirin üzerinden kalkarak onun da ayağa kalkmasına müsaade etti. Kâfir şaşırmıştı:

— Ya Ali, ben seni kızdırmak için yüzüne tukurdum, sense beni tam öldüreceğin sırada serbest bıraktın. Bunun sebebi nedir? diye sordu. Hazreti Ali kâfire şu cevabı verdi:

— Ben bu harp meydanında Allah rızası için çarpışıyorum... Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı bir hissi nefret belirdi, seni öldürmüş olsa idim Allah için değil de nefsime yapılan hakaretten dolayı öldürmüş olacaktım. Bundan dolayı seni öldürmekten vazgeçtim, dedi.

Kâfir Hazreti Ali'nin bu âlicenaplığına hayran kalarak İslâmiyeti kabul edeceğini ve İslâm dinini ta'rif etmesini istedi. Hazreti Ali İslâmiyetin şartlarını öğretip adam şehadet kelimesi getirerek müslüman oldu. 

Hz.Ali'nin en sevdiğim dualarından;

Amin..

10 Mart 2015 Salı

ALIŞVERİŞTE DOĞRULUK

Abdullah bin Ebî Evfâ radıyallahu anh anlatıyor:
Adamın biri pazarda bir malı satışa çıkarmış ve müslümanlardan birini bu malı almaya teşvik etmek için de, verilen fiyattan fazlasına bu malı satın aldığına dair yeminde bulunmuştu. Bu hadise üzerine «Onlar ki Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini bir kaç paraya satarlar, işte onların âhirette hiç bir nasibi yoktur...» mealindeki Ayet-i Celîle nazil olmuştur.
(Buharî)
Peygamber aleyhisselâm yiyeceğe aid bir şey satan bir adama uğramıştı, ona:
— Ne satıyorsun? diye sordu.
Adam da anlattı.
Bunun üzerine Allah'ın Resulüne satılan yiyecek maddesinin içine elini sokması vahyolundu. Peygamber aleyhisselâm elini o yiyeceğin içine sokunca, bir de baktı ki, o şeyin içi ıslak.
Bu tesbit üzerine:
— Bu ne, ey yiyeceğin sahibi? diye sordular. Adam:
— Yağmur isabet etti, ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdi. Resulüllah aleyhisselâm:
— Yaş olan tarafını üstüne koysaydın da insanlar görseler, dedikten sonra, «Hile yapan kimse benden ve benim ümmetimden değildir» buyurdular.
(Müslim, Tirmizî)

Büyük Dini Hikayeler

1 Mart 2015 Pazar

ERKEKLE KADIN ARASINDA SEVAP MÜŞTEREK

Eshabın büyüklerinden kadın sahabi Hz. Esma (r.a.) peygamberimizin huzuruna çıkarak şunları söyledi:
— Ya Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Ben müslüman kadınlarını temsilen huzurunuza geldim. Hak Teâlâ sizi erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz artık sizin yolunuzdayız, size inandık, îman ettik... Biz evimizin dört duvarı arasındayız, dışarı çok az çıkabiliyoruz. Erkekler ise Cuma namazı, cenaze namazı, bayram namazı kılarlar. En büyük ibadet olan cihat ederler. Biz ise bunlardan mahrumuz. Biz hep evde çocuklarımızla meşgul olur, kocalarımızın elbiselerini dikeriz, yemek yapar, evin temizliği ile uğraşır onların rahat etmesi için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Kocalarımızın yaptığı ibadetten bize de bir hisse var mı? Yoksa biz onların kazandıkları sevaptan mahrum mu oluyoruz? dedi.
Efendimiz memnun olmuşlardı... Orada bulunan eshaba dönerek:
— Siz bu zamana kadar din hususunda bir kadının böyle konuştuğunu duydunuz mu? diye sordular... Eshab:
— Ya Resûlallah, bizim aklımızdan bile geçmiyordu ki bir kadın gelsin de böyle güzel şeylerden suâl etsin, dediler.
Efendimiz (s.a.s.) Hazreti Esma (r.a.)'ya dönerek:
— Ey Esma! Eğer bir kadın kocasını razı ederek onun gönlünü hoş tutar, kadınlık vazifelerini yerine getirirse, işte o kadın kocasının her kazandığı cevaba ortak, buyurdular.
O büyüklerin her hali bizlere bir ikaz mahiyetini taşır. Ne mutlu o kadına ki kocasını razı etmiş ve onun yaptığı sevaplara ortak olma bahtiyarlığına erişmiş...

Büyük Dini Hikayeler

26 Şubat 2015 Perşembe

OTUZ SENE OKUDUKTAN SONRA İLMİN BAŞINI KÖYLÜDEN ÖĞRENDİ

ilim öğrenmek ile ilgili görsel sonucu

Deli Hüseyin Ağa derler bir adam vardı. Yirmi yaşlarında evlenmişti. Nikâhına gelen hocaların sohbetlerini görüp onlara hayran kaldı. Kendisi de onlar gibi okuyup alim olmaya karar verdi. Zengin hali vakti yerinde olan Hüseyin Ağa, evlendikten bir,- iki gün sonra, karısından izin alıp İstanbula" ilim tahsiline gitti. Bütün malını karısına ve anasına bırakan Hüseyin Ağa, istanbul'da tam otuz sene ilim tahsil etti.
Bu otuz sene içinde köyünü ve gencecik bıraktığı hanımını aklına bile getirmemişti, hafız-ı Kur'ân olduğu gibi, arabî ilimleri de öğrenip tam bir dersiam (üniversite hocası) yetişti.
Otuz sene sonra memleketine gitmeye karar verdi, İstanbul'dan yola çıkıp, o zamanın vasıtaları ile memleketine vardığında, köyüne varmadan akşam olmuştu. Yakın bir köye misafir oldu. Akşam köyün camiinde va'z-ü nasihat etti. Halk bir çok müşkilini, o gece ondan öğrenmek fırsatını buldular. Yatsı namazından sonra, misafir olduğu köylünün evine geldiler. Gece sohbet ederlerken köylü:
— Hoca efendi, otuz sene ilim öğrenmişsin. Birçok mesele hakkında zorluk çekmeden bilgi verebiliyorsun. Sana bir sualim olacak. Ona cevap verebilir misin? dedi.
Hoca efendi: «Söyle bakalım, bilirsek söyleriz» dedi.
Köylü:
— Söyler misin bana ilmin başı nedir? diye sordu.
Hoca, bundan kolay ne var. İlmin başı Besmele'dir, dedi. Köylü kabul etmedi. Fatihadır, nasara yensuru dur, gibi aklına ne geldi ise saydı ama, köylü bu söylediklerinin hiç birisinin ilmin başı olmadığını söylüyordu. En sonunda hoca, köylüden, ilmin başını öğretmesini rica etti. Köylü bunun öyle kolay olmadığını, bunun öğrenilmesi için en az bir sene, kendisinin yanında kalması lâzım geldiğini söyledi. Hoca ne yapsın, otuz sene okuduktan sonra ilmin başını bilmeden köyüne gidemezdi. Bir sene köylünün yanında kalmaya razı oldu. Ara sıra: «Köylü amca zor birşey değilse şunu söyle de beni burada bekletme» dediyse de köylü bir sene geçmeden öğrenmesinin imkânsız olduğunu söylüyordu. Hoca efendi çiftse çift, çubuksa çubuk bir hizmetçi gibi tam bir sene köylüye hizmet etti. Artık sabredemez olmuştu. Bir sene dolduğu akşam amca şunu akşamdan söyle de rahat bir uyku uyuyayım, dedi ise de köylü, halâ söylememekte İsrar ediyordu.
Sabah oldu... Köylü karısına misafirin yolcu olacağını bir miktar azık hazırlamasını söyledi. Kendisi de Hoca'ya: «Hocam ilmin başı sabırdır» dedi.
Hocanın tepesi atmıştı:
— Bu iki kelime için mi beni bu kadar burada beklettin, kendine hizmet ettirdin. Bir senem bu iki kelime için mi buralarda zayi olup gitti. Sende hiç insaf ve merhamet yok mu? Sen Allah'tan korkmuyor musun? gibi sözlerle söylenmeye başladı. «Ben bunca sene okudum. Sabır hakkında bu kadar Hadîs-i Şerif okudum, ezberledim. Onun ne olduğunu ben senin kadarda mı bilmiyorum,» gibi sözler söylerken köylü duramadı:
— Hocam sen ilmi de biliyorsun, sabrın ne olduğunu da biliyorsun ama, sabretmesini bilmiyorsun. Seninle bu işin başında anlaşmadık mı? Bana kızıp sinirlenmeye hakkın yok, dedi.
Çünkü hakikaten ilmin başı, hatta hatta her şeyin başı sabırdır. «Sabreden derviş muradına ermiş, sabreden selâmeti bulur» gibi sözler hep sabır için söylenmemiş mi idi.
Hoca köylünün yanından ayrıldı. Bir gün sonra da akşam namazı sıralarında köyüne vâsıl oldu. Aradan otuzbir sene geçmişti ama, Hüseyin Hoca ancak evini bulabilmişti. Evine yaklaştı. Kapıyı çalmadan evvel pencereden baktı ki, içerde hanımı Fatma'nın yanında bir delikanlıdan başka kimse yok. Biraz bekledi, Fatma hanım yanındaki delikanlı ile o kadar samimi ki, bazan dizine yatıyor, bazan Fatma Hanım onun saçlarını sıvazlıyarak seviyor. Bu hali bir müddet pencere dibinde seyreden hocanın aklı başından gitti. Otuz sene öğrendiği ilmi, sabır hakkında o kadar ettiği va'z-u nasihati unutup, istanbul'dan aldığı av tüfeğini hazırlayarak her ikisini de vurup namusunu temizlemeye karar verdi. Tam nişan alıp tetiği çekeceği zaman, sabır için bir sene hizmet ettiği köylü aklına geldi.
«Yahu dedi, bu sabır için bir sene çile çektik. Bir sene sonra ancak, sabrın ilmin başı olduğunu öğrendik. Hele şimdi kalsın bu iş. Bunu nasıl olsa bir müddet sonra Öğrenmek mümkündür» diyerek köy odasına gitti.
Caminin bitişiğindeki odaya varıp selâm verdi. Cemaat gelenin hoca olduğunu kıyafetinden hemen anladılar. Hüseyin Ağa, orada bulunan cemaate köyün yaşlılarından bazı isimler sordu. Onların kimisi ölmüş, kimi ise halen hayatta olmasına rağmen yaşlanmışlardı. En sonunda: «Bu köyde Deli Hüseyin derler birisi varmış, İstanbul'a ilim tahsiline gitmiş, böyle birisini tanıyor musunuz?» diye sorduğunda, böyle birisinin olduğunu, fakat görseler bile tanıyamayacaklarını söylediler.
— O isimde birisi varmış, onun bir de zavallı karısı var. Karısını daha bir günlük gelinken bırakıp gitmiş. O gece hamile kalmış kadın. Bir oğlu oldu. Adını da Ali koydu, işte o Deli Hüseyin'in oğlu, bizim caminin imamıdır. Annesi onu yakın bir köyde okuttu, diye anlattılar.
Hüseyin Hoca'nın aklı başına geldi: «Demek ki, Fatma'nın yanında yatan benim oğlummuş» diyerek kendisine bir sene hizmet ittiği adamın köyüne doğru eliyle göstererek: «Sağol-sağol...» diye bağırdı.
Cemaat misafiri deli zannettiler. Fakat Hüseyin ağa, oğlunun gelmesini bekleyerek başından geçenleri anlattı ve kendisinin işte o Deli Hüseyin denen adam olduğunu ve istanbul'a gidip hafız-ı Kur'ân olduğu gibi dersiam olarak medreseyi bitirdiğini anlattı.
Oğlu gelip tanıştıkları zaman, köylünün sözünün kıymetini bir kat daha anlıyordu Hüseyin Hoca... 

24 Şubat 2015 Salı

NAMAZIN FAZİLETİ

Talha bin Ubeydullah'dan anlatılıyor:
Necid ahalisinden saçları dağınık, sesinin gürültüsü işitilip ne dediği yanımıza gelinceye kadar anlaşılmayan bir şahıs Resûlüllah aleyhisselâma geldi; baktık ki:
İslâm nedir? diye soruyor adam.
Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:
Bir gün bir gecede beş vakit namazdır, buyurdu.
Adam:
Beşten fazla bir şey yok mu? dedi.
Peygamber aleyhisselâm:
Hayır, nafile kılmak arzu edersen başka, fakat farz olarak sadece beştir, buyurdu. Ve kendisine Ramazan ayı orucunu anlattı:
Adam:
Bundan başka oruç var mı? dedi.
Resulüllah aleyhisselâm:
Nafile olarak tutmak istersen başka, fakat farz olarak yoktur, buyurdu. Ve kendisine zekâtı, anlattı,
Adam:
Söylediğin miktardan fazlası var mı? diye sordu.
Peygamber aleyhisselâm:
Nafile olarak vermek arzu edersen başka, fakat farz olarak, anlattığım kadardır, dedi.
Bundan sonra adam:
Allah'a yemin ederim ki, bundan ne fazla ne de noksan yaparım, diyerek dönüp gitti.
Allah'ın Resulü de:
Doğru söylüyorsa, felaha erişti, buyurdu.

(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Neseî)

23 Şubat 2015 Pazartesi

KİMSE GÖRMEDEN TAVUĞU KİM KESECEK?

aziz mahmud hüdayi ile ilgili görsel sonucu

Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, üstadı Üftade (k.s.) Hazretlerinin hizmetinde daha ilk yıllarında talebe iken birçok talebe arkadaşlarının arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, müridleri arasında en çok onunla ilgilenir, birçok iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Üstadın o talebesi ile, fazla meşgul olmasını etraftan hissedenler ve birçok talebesi çekemezler ve Üftade Hazretlerine derler ki:
— Biz de talebeyiz, onun bizden ne farkı var?.
Talebelerin ve bazı müridlerin bu halini sezen Hazreti Üftade, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırdı, ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip:
— Bunu, gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur, buyurdular.
Bıçakla tavuğu alan talebeler sür'atle etrafa yayıldılar ve kendilerine göre, gizli birer yer bularak kesip getirdiler. Fakat o hakkında dedi-kodu yaptıkları, «Onun bizden ne farkı var» dedikleri talebe, hayli zaman olmasına rağmen ortalıklarda yoktu.
Erken gelenler, kendi aralarında konuşuyorlardı:
— Hocanın huzuruna çıkmaya yüzü yok ki, kesip de gelsin. Kim-bilir şimdi nerelerde dolaşıyor, diyorlardı.
O talebe, hayli zaman sonra elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar:
— Bir tavuğu kesmeyi becerememiş, diyorlardı, kendi kendilerine.
Üftade sordu:
— Herkes kesip geldiği halde, sen nerede kaldın? Hep seni bekliyoruz. Bu zamana kadar nerdesin? diye...
O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan, daha sonra büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, şöyle cevap verdi:
— Hocam, sizi beklettiğim için ayrıca özür dilerim. Lâkin ben, nereye gitti isem beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam, iyi biliyordum ki Allah (C.C.) beni mutlaka görüyordu. Ve böylece, ordan oraya ordan oraya koştum, sizin emrinizi yerine getiremeden geldim, dedi.
Tabii bu hâdiseden sonra, anladılar diğer talebeler, hocasının neden en çok onu sevdiğini ve onunla daha fazla niçin alâkadar olduğunu .. 
Başlarını önlerine eğip hata ettiklerini anladılar. Çünkü Allah'a gizli olan hiçbir mekân ve zaman yoktu.

Büyüh Dini Hikayeler

22 Şubat 2015 Pazar

KOMŞU HAKKINA DİKKAT

Ashaptan Hazreti Mücahid (R.A.) Abdullah b. Ömer (R.A.) ile alâkalı şahit olduğu bir hâdiseyi şöyle nakleder :
— Ben, Hattab oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'ın yaninda idim. Ömer b. Abdullah (R.A.) oğluna bir koyun kestiriyordu. Koyunun kesilmesi için emir verdikten sonra oğluna:
— «Oğlum yahûdi komşumuzu da unutmayasın!» diye emir verdi ve bu emri koyun kesilip hazırlanıncaya kadar üç defa tekrarladı. Babasının aynı sözü tekrarlayıp durmasından sıkılan oğul:
— «Baba, anladım. Yahûdi komşumuza da pay ayır diyorsun. 
Bunu tekrarlayıp durmanın ne mânâsı var! Ben bu zamana kadar senin hiçbir emrine itaatsizlik ettim mi? Bütün mesele, koyun kesildikten sonra komşu yahûdiye bir parça 'et verilmesi değil mi?...» deyince, Hazreti Ömer, oğlu Abdullah'ın elinden tutup; yüzünü kendisine doğru çevirdikten sonra şöyle dedi :
— «Oğlum, komşu hakkı hususunda Peygamberimiz öyle çok tekrarda bulunurdu ki, biz nerde ise komşumuzu malımıza ortak kılacak sanırdık. Sen neden bahsediyorsun!.»
..............

Büyük Dini Hikayeler

21 Şubat 2015 Cumartesi

PAŞA OLURSUN AMA, ADAM OLAMAZSIN

Bir adamın haylaz, yaramaz bir oğlu vardı. Adamcağız oğluna yeri geldikçe:

— Oğlum sen adam olmazsın, derdi.
Babasının bu sözleri ise çocuğun çok zoruna giderdi. Bir gün gene babası aynı sözü tekrarlamıştı. Çocuk başını aldı gitti, İstanbul'a geldi okumaya başladı. Çocuğun tek muradı adam olmak ve babasını mahcup etmekti. Nitekim okudu, uğraştı ve türlü imtihanlardan sonra Osmanlı Devletine Paşa oldu. Unutmamıştı babasının kendine söylediği sözleri. Emrindekilere, gidin filân memlekette, filân köyde şu isimde biri var onu istanbul'a huzuruma getirin, diye emir verdi.
Paşanın adamları gittiler ve söylenen köyde Paşanın babası Mehmet efendiyi buldular. Adamcağız tarlada çift suluyordu. Yanına varıp:
— Seni Paşa Hazretleri İstanbul'a huzuruna çağırır, hazır ol gideceğiz, dediler.
Adamcağız şaşırmıştı. Bir Paşa Anadolu'nun fakir köylüsünü niçin huzuruna çağırsındı. Ne ise emir emirdir, hazırlandı, İstanbul'a yola çıktılar... Günler sonra, o zamanın şartları altında İstanbul'a varıldı... Adamcağız hâlâ suçunun ne olduğunu bilmiyor, Paşa beni ne yapacak?, diye düşünüyordu. Adamcağızı Paşa'nın huzuruna çıkardılar... Büyük bir debdebe ile babasını huzuruna kabul eden Paşa:
— Beni tanıyabildin mi? Ben kimim? diye sordu. Yaşlı adam büyük bir korku içinde idi. Oğlu olduğunu tanımamıştı.
— Siz Sadrazam efendimizsiniz, dedi.
Paşa intikamını almış olmanın gururu içinde:
— Ben senin oğlunum... Hani sen bana iki sözünün birinde «Adam olmazsın» derdin. Bak işte adam oldum, hatta Paşa bile oldum, dedi. Adamcağız meseleyi anlamıştı:
— Beni ta uzaklardan buraya bunu söylemek için mi çağırdın. Ben sana Paşa olamazsın dememiş, adam olamazsın demiştim. Sen ise beni buraya çağırmakla benim sözümü doğru çıkardın, dedi.
............ 

Büyük Dini Hikayeler

19 Şubat 2015 Perşembe

BİR ÇİFT KUNDURA

resim netten alıntıdır.
Onyedinci asır başlarında Dalmaçyada Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında bir çocuk vardı. 
Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti. 
Nadin'den bir vazife ile bir Kapıcıbaşı geçti. Sancak Beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile pârlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp îstanbula getirdi. 
Saraya verdi. Enderunu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu. Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi. Kaptan Paşa oldu. 
Bir gün Nadine Kaptan Paşanın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı: 
«Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, Sancak Beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir.»
               Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu. Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbası kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu. Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı:
«Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seni unutmıyacaktır.» 
di
Büyük Dini Hikayeler..

18 Şubat 2015 Çarşamba

NAMAZDA HATIRLADI

Adamın biri parasını sakladığı yeri unutmuştu. Ne kadar düşündü ise günlerce aramasına rağmen parayı sakladığı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Benim bu derdime bir çare bulursa o bulur diyerek doğru İmam-ı A'zam Hazretlerinin huzuruna gelerek ne yapması lazım geldiğini sordu.
İmam-ı A'zam, bu senin meselen fıkıhla ilgili değil ama, yine de sana bir akıl vereyim: Sen git bu gece sabaha kadar namaz kıl, ümit ediyorum ki, Allah sana paranı koyduğun yeri hatırlatır, dedi.
Adam o gece sabaha kadar ibadet etmeye karar verip abdest aldı, seccadesinin üzerinde ibadet etmeye başladı. Daha gecenin yarısı bile olmadan parayı koyduğu yeri hatırlayıvermez mi? Namazı bıraktı, doğru parayı koyduğu yerden alıp yattı.
Sabah olunca İmam-ı A'zam'a:
— Allah senden razı olsun, bu derdime de çare buldun. Daha gecenin yarısında parayı koyduğum yeri hatırladım, deyince, İmam;
— Keşke sabaha kadar ibadete devam etseydin. Çünkü şeytan senin sabaha kadar ibadet etmene tahammül edemediği için daha gecenin yarısında sana hatırlatmış. Sabaha kadar da şükür namazı kılsaydın daha iyi ederdin, dedi...

Büyük Dini Hikayeler..

22 Ocak 2015 Perşembe

HAKİMİN DÖRT SUÇU

Hazreti Ömer Radıyallahü Anh, hilafeti zamanında Hımıs ileri gelenlerine bir mektup yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini bildirdi. Hımıs'lılar Şam ve civarında bulunan fakirlerin bir listesini Halife Hazreti Ömer'e arzettiler. Hazreti Ömer (R.A.) gelen listeyi açıp baktığında listenin başında kadı olarak ta'yin ettiği Sa'd bin Amir'in ismini görüp listeyi getirenlere hakiminin malî durumunu sordu. Onlar:
— Hakimimiz hakikaten gayet fakirdir. Çünkü rüşvet olacağı korkusundan, en küçük bir hediyemizi bile kabul etmiyor, dediler. Bu sözler Halife Ömer'in hoşuna gitmişti:
— Allah'tan bu kadar korkan hakiminizin hoşunuza gitmeyen tarafları da vardır herhalde... Dedi. Onlar: Hakimlerinden şikâyetlerinin de olduğunu ve bazı hallerinden memnun olmadıklarını söyleyerek kusurlarını şöyle sıraladılar:
1 — Hakimimiz vazifesine her zaman sabah namazından sonra başlaması lâzım geldiği halde kuşluk vakti vazifesinin başına gelir.
2 — Hakimimizi hiç bir gece aramızda görmüyoruz. O hep kendi başına evine çekilir halkla münasebet kurmaz.
3 — Hele haftada birgün, evinden dışarı bile çıkmaz, kapısını arkasından sürgüleyip içerden ses bile vermiyor.
4 — O'nun şahid olduğu bir hadise vardır. O hadise aklına geldiği zaman baygınlık gelir ve üzüntüsünden hastalanır. O hadise ise Eshaptan Hubeyb'in öldürülmesidir, dediler.
Hımıslıların şikâyetlerini sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, onlara bir kısım erzak ve giyecek vererek gönderdi. Hakim Sa'd bin Amir'i de kusurlarının sebebini öğrenmek üzere huzuruna davet etti.
Hakim, Hazreti Ömer'in huzuruna geldiğinde, Halife O'na Hımıslıların bazı şikâyetleri olduğunu söyleyerek dört kusurunun sebebini sordu. O, bu dört hatasını şöyle izah etti:
Birinci kusurum; ailem hasta olduğundan evin bütün işlerini bizzat kendim görüyorum ve bu sebepten vazifemin başına ancak kuşluk vakti gelebiliyorum, ikincisi ise; gündüzleri halk için vazife gören bir kimsenin gece olunca Hak için vazife görmesine müsaade edersiniz her halde. Ben akşam olunca gün boyu yaptığım işlerin muhasebesini yapıyor acaba yaptığım işlerde bir kusurum var mı diye onu tetkik ediyorum.
Üçüncüsü ise; sırtımdakinden başka giyecek elbisem yoktur. Haftada birgün giydiğim çamaşırlarımı yıkıyor temizlik işleri ile meşgul oluyorum. Hatta evimde bile üzerime alacak bir elbisem olmadığından yıkadığım çamaşırlarım kuruyuncaya kadar hiçbir kimseyi görüşmeye bile kabul edemiyorum.
Hubeyb'in şehid edilmesini hatırlayınca bayıldığım ise doğrudur. Çünkü müşrikler Hubeyb'i asarlarken ben yanlarında idim. Belki mani olabilirdim, ama o zaman İslâmla müşerref olmamıştım, sadece hadiseye seyirci kaldım. İşte bu hadise aklıma geldikçe kendimi tutamıyor mes'uliy etinden korktuğum için bayılıyorum, hastalanıyorum, diye sayarak dört kusurunu da Halife Ömer'e izah etti.
Sa'd bin Amir'in (R.A.) bu izahatı karşısında göz yaşlarını tutamayan Halife çok memnun oldu ve ondan sonra Sad'ı hatırladıkça ağlar «Ah Sa'd ah Allah korkusu seni ne kadar yüceltmiş» der onunla iftihar ederdi.
Büyük Dini Hikayeler i.Sıddıkoğlu

14 Ocak 2015 Çarşamba

ÇÖZÜM OLMAK..

MÜTHİŞ BİR HİKAYE…
(Sorun değil çözümün bir parçası olmak isteyenlere)
Ölmek üzere olan yaşlı bir adamın, 
3 tane çocuğu vardır ve son vasiyetini yapmak  üzere evlatlarını  yanına çağırır.
-          Evlatlarım, artık ben ölmek üzereyim ve aranızda bir karmaşa olmasın diye 
tek malvarlığım olan 17 deveyi paylaştırayım.
 Miras olarak develerin yarısı en büyük oğluma, 
üç de biri ortanca oğluma, dokuzda birini ise en küçük evladıma bırakıyorum der ve vefat eder.
Babalarının defin işlerini halleden evlatlar develeri paylaşmak için bir araya gelirler. 
Fakat bir türlü pay etme işini halledemezler. 
İşin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi paylaştıramazlar. 
Çünkü 17 deve ne 2’ye ne 3’e ne de 9’a bölünmemektedir.  
Sonuçta yardım almak için zamanın akıl sahiplerinden bilge dedeye giderler.
Bilge dede önce sorunu baştan sona güzelce dinler ve “ Benim bir devem var onu da alıp öyle bir hesap yapalım der. 
Bilge dedenin, bu cömertliğine de bir hayli şaşırmışlardır tabi.
Başlarlar taksimata ve en büyük çocuk 18 olan develerin yarısı 9 deveyi alır. Ortanca evlat miras da geçtiği üzere üçte bir olan 6 deveyi alır. 
En küçük evlat ise 9 da birini yani 2 devesini alır ve çekilir. Bütün paylaştırmalar yapıldıktan sonra ortada bir deve kalmıştır.   
Çocuklar derhal bilge dedeye koşarlar. Efendim paylaşımı yaptık ve ortada bir deve boşta kaldı, derler.   Bilge dede ise tebessümle; 
Sorun çözüldüğüne göre ben de devemi geri alabilir miyim der. 
Herkesin sorunu çözülmüştür.
Zenci Musa      

15 Şubat 2014 Cumartesi

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN DEDELERİ 3 (MİSAFİRLİK SON )



Anne " Benim kim olduğumu ve babamın kim olduğunu senden öğrenmek istiyorum " dedi. 
Annesi " oğlum neden böyle bir şey istiyorsun " dedi. Sen büyük kral Ef'inin oğlusun dedi.
Ef'i işin doğrusunu söylemesi için Annesine çok ısrar edince , Ey oğulcuğum baban çok yaşlanmıştı, bende bu krallığın bizden başkasına geçmesinden korktum.
Bize Kralların çocuklarından bir genç gelmişti ondan oldun. dedi. 
Ef'i kahyayı çağırda ve misafirlere verdiğin balı anlat bana dedi.
Kahya " Bal arısı oğulu bulunca kovandan bal alıcı kimseleri gördüm . Orada kuru bir kafanın burun deliğinden içine hücum edip doldurduklarını " söylediler.
İşte çanak içindeki bal ondandı. Bende ondan daha güzel bal bulamayınca onu ikram ettim. 
Ef'i sonra aşçıyı çağırttı. Misafirlere verdiğin kebabı anlat dedi.
Aşçı " Çobana koyunların içinden en güzelini göndermesini " söyledim. Derhal çobanı çağırdılar.
 Çoban " o ilk yılda koyunumdan doğan ilk kuzumdu.  Anası öldü ve yalnız kaldı. Benim köpekte yeni yavrulamıştı bende onu diğer eniklerle birlikte köpekten emzirdim", dedi.
Köpekte onu yavruları ile emzirdi. Bende diğer koyunların yanında onun kadar iyisini bulamayınca onu aldım  dedi.
Kral bu defa içeceği hazırlayan adamı çağırdı. Bu içecek nasıldır anlat bakalım dedi.
Adam " senin babanın mezarına diktiğim üzüm asmasındandır ki Arap diyarında onun benzeri yoktur " dedi.
Efi anlatılanların tamamının Nizar oğullarının dediği gibi çıktığını görünce işin aslını onlardan öğrenmek istedi.
Onlarda : Koyunun köpek sütü ile beslendiğini koyun vesair hayvanların yağlarının et üzerinde köpeklerde ise bunun aksi olup koyun kebabında 
köpeklerinkine uygunluk ayrıca köpek kokusu vardı.
Kralın babasının başka bir adam olmasını ise babasının konukları ile birlikte yemek yeme adetine oğlunun uymamasından;
anladıklarını belirttiler. 
 Ef'i gelelim sizin mevzunuza dedi ve malları aralarında  babaları Nizarın verdiği renkleri ölçü olarak kullandı. Adaletli bir şekilde taksimatı yaptı........................  




iSLAM Tarhi 1. cilt M. Asım KÖKSAL 

DİĞER YAYINLARIM..