27 Kasım 2015 Cuma

İHLAS SURESİ VE CENNET

Vakti zamanında Allah erenlerinden birinin bir gün oğlu vefat eder.
 Daha o gece rüyasında oğlunu Cehennemde azap çekerken bitmiş tükenmiş bir halde gören ermiş, derin bir üzüntüye boğulur. 
Ertesi akşam yine görür. Fakat bu defa oğlu Cennet köşklerinden birine kurulmuş neşe içinde yüzmektedir.
Merak içinde kalarak sorar. 
"Ey oğlum, seni dün akşam Cehennemde, bu akşam da Cennette gördüm. Bu nasıl iş, bunun sebebi ne? 
Babasının bu sorusunu oğlu, şu sözlerle cevaplandırır. 
"Bugün mezarlığımıza muhterem bir mümin uğradı. 
Üç defa ihlâs sûresi'ni okuduktan sonra sevabını bütün yeryüzü ölülerinin, ruhlarına bağışladı. Benim payıma düşen sevapla işte gördüğün gibi Allah (c.c.) beni Cennetine koydu." 
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi İhlâs Suresi'ni okuyarak hem bu dünyanın, hem de öbür dünyanın çile ve sıkıntılarından uzak kalan kullarından eylesin, âmin.

dini hikayeler

26 Kasım 2015 Perşembe

Gıdalarda Domuz Yağı Kullanılıyor

Bazı gıdalarda domuz yağı katkısı kullanıldığını biliyor muydunuz? 
Uzmanlar domuz yağı katkısı ve jelatinli ürünlerin insan sağlığını olumsuz etkilediğini ve tüketilmemesi gerektiği konusunda uyarıyor.

Katkı kullanılmayan gıda maddesinin neredeyse kalmadığını belirten uzmanlar, günümüzde domuz yağı katkılı ve jelatinli ürünlerin, şeker, pasta, çikolata, öksürük şurubu ve kozmetik ürünlerde kullandığını belirtiyor.
GIDALAR REVİZE EDİLSİN
Tehlikenin büyüklüğüne dikkat çeken uzmanlar, helal sertifikalı gıdaların tüketilmesi konusunda vatandaşı uyarıyor. İnsan sağlığını hiçe sayanlara caydırıcılığı olan yaptırımlar uygulanması gerektiğine dikkat çeken GİMDES Baş Denetçisi, Gıda Yüksek Mühendisi Hayreddin İşbilir, Türk Gıda Kodeksi'nin helal, haram, mekruh, necis gibi İslami tanımlamalar ile revize edilmesi ve bu revizyona riayet etmeyi tüm üreticilere mecbur kılınması gerektiğini kaydetti.
İşbilir, "Ülkeye giren tüm katkılar denetlenirse bu konuda önemli bir adım atılmış olunacak. Dolayısıyla tükettiğimiz gıdalar helal ve sağlıklı olacak. Kurallara uymayan üreticilere verilen ceza miktarlarının mutlaka artırılması gerekiyor." dedi.
HANGİ ÜRÜNLERDE VAR?
GİMDES Baş Denetçisi, Gıda Yüksek Mühendisi Hayreddin İşbilir, en çok katkı maddesi bulunan maddeleri, "Çikolata, bisküvi, dondurma, sakız, yaş ve kuru pasta, şekerleme, cips, hazır çorba, bulyon, tatlı, meyve suyu prosesi, yufka, pizza, öksürük şurubu, grip ilaçları, bitkisel yağ, un, ekmek katkıları, sucuk kılıfları, kek ve krem" olarak açıkladı.

haberler.com

25 Kasım 2015 Çarşamba

İNSANLARIN HAYIRLISI AİLESİNE HAYIRLI OLANDIR

resim google'dan alıntıdur.
*Mü’min, hanımına karşı iyi huylu olmalıdır.
Onunla hoş sohbet etmeli, tatlı dille konuşmalıdır. Nitekim hadîs-i şerifde:
“İnsanların hayırlısı, ailesine hayırlı ve faydalı olan kimsedir.”buyrulmuştur.

*Evine gelince hanımına selâm verip hâlini sormalı, şefkatle gönlünü almalıdır. Çünkü o evinde kendisinin dert ortağı, üzüntülü zamanında teselli veren hayat arkadaşıdır.
*Çocukların terbiyesinde hanımına yardım etmelidir.
*Hanımını asla dövmeyip, dünya işlerindeki kusurlarından dolayı kötü söz söylememelidir. Onu yumuşaklıkla idare etmelidir.
*Hanımına Kur’ân-ı Kerîm okumasını, dinin farzları ve edeblerini öğretmelidir.
*Hanımı güzel huylu olup her hizmetini seve seve yaparsa ona duâ etmeli, Allâh’a da şükür ve hamd etmelidir. Çünkü erkek için iyi bir hanım, şükrü eda edilemeyen bir nimettir.
*Hanımının gizli hallerini ve ayıplarını herkesten saklamalıdır.
*Hanımı ile şakalaşmalı, latifeler söylemelidir.
*Hanımı kızınca susmalıdır. Bu tavır onun pişman olup özür dilemesine sebep olur.
*Evin idaresi ve geçimi hususunda hanımıyla istişare etmeli, diğer işleri ona anlatıp üzmemelidir.
*Hanımına üzüntülerini sıkıntılarını, düşmanlarını, borçlarını söylememeli, böylece onu da üzmemelidir.
*Hanımına yüzüne karşı ve arkasında hayır duâ edip, bedduâ etmemelidir. Zira hanımı gece ve gündüz onun hizmetindedir.
fazilettakvimi.com

23 Kasım 2015 Pazartesi

GÜNAH VAR MI KARINCAYI KIRINCA ?

İstanbul'da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı'nın avlusunda bulunan Has Oda'nın kapısı açıldı.
Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu.
Bu kişi, Avrupa'yı titreten, koca Akdeniz'i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti'nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman'dan başkası değildi.
Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.
O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti.
Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı.
Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı.
Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını.
Aklına bir çözüm yolu geldi.
Ağaçları ilaçlatacaktı.
Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı.
Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı.
Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi.
İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi'yi aramaya koyuldu.
Hocasının odasına gitti.
Ama hocası odada yoktu.
Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü.
Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı.
Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü.
Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı.
Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi.
Kâğıdın üst kısmında Kanunî'nin hocasına yazdığı sual vardı.
Kanunî şöyle diyordu hocasına:
- Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?

Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
- Yarın Hakk'ın divanına varınca
Süleyman'dan hakkın alır karınca.

21 Kasım 2015 Cumartesi

GİMDES HELAL SERTİFİKASI ALAN FİRMALAR

kadir
Helalen Tayyiben yaşam”, insanlara Kur’an ı Kerim’de şart sıgası ile bildirilmektedir.
“Ey insanlar, bütün yeryüzündeki nimetlerimden helal ve tayyib olmak şartıyla yiyin; fakat şeytanın adımlarına uymayın! Çünkü o sizin açık bir düşmanınızdır.”(Bakara 168)
Binaenaleyh, Müslümanlar özellikle, herkesten çok, bu emri sahiplenmekten sorumludurlar. Onlar için olmazsa olmaz, imani bir meseledir. Müslümanların imani bir meselesi olması sebebi ile Helal ve Tayyib standardını ve sertifikalamasını asla gayrimüslimler yapamaz. Hiç kimse Ticari ve ideolojileri için istirmar edemezler. Yapmaya kalkarlarsa müslümanlar onlara karşı cihat yapmakla yükümlü olur. Nasıl ki Müsülümanların namazlarında gayrimüslimler ve ehliyetsiz kimseler imamlık yapamıyacağı gibi helal ve tayyib sertifikalamalarına da asla karışamazlar.
Helal Sertifikası, isminden de belli olduğu gibi dini bir gerçeği içermektedir. Pazarda domates satar gibi Helal Sertifika satılamaz, alınamaz. İslamın kurallarına ve bilimsel prosedürlere riayet edilmesi son derece önemli bir keyfiyettir. Diğer kalite sertifikalarını ayağa düşürebilirsiniz. Ancak Helal Sertifikasını asla ayağa düşüremezsiniz.
HELAL SERTİFİKASI ALAN FİRMALAR

20 Kasım 2015 Cuma

ŞEYTAN'IN ÇOCUKLARI VE GÖREVLERİ...!



"Hani meleklere:” adem’e secde edin!” demiştik; İblis hariç hemen secde ettiler. (O) cinlerden idi de Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi beni bırakıp da onu ve zürriyetini (kendinize) dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Zalimler için (bu) ne kötü bir değişmedir." (Kehf, 50)
Ayeti kerimeyi bu şekilde ifade ettikten sonra artık şeytanın çocuklarından bahsedebiliriz. İblis’in birçok çocukları vardır. Bu çocukların ise her birinin isimleri ve görevleri vardır. Bunu İmam Gazali, Tefcirut-Tesnim c.1 s.19 daki Bidayet-ül Hidaye Şerhinde haber veriyor. İsimlerini sayıp birer ikişer cümle ile açıklıyor.
1-HANZEB

‘Namazda vesvese verir. Namazda böyle bir şey hissedince Allah’a sığın.’

Vesvese şeytanın çocuklarından biri olan Hanzeb tarafından insan kalbini hedef alan bir şeytan işidir, şeytandan kaynaklanan bir musibettir. Şeytanın kalbi kurcalaması, karıştırmasıdır. Şeytanın tek hedefi insanın kalbidir. Tek emeli, kalbi bozmak, onu işe yaramaz hale getirmektir.

Vesvese ilk defa şüphe şeklinde gelir. Şeytan önce şüpheyi kalbe atar. Ancak kalp hemen tepki gösterir, savunmaya geçer. Fakat savunmayı bırakır, kabul ederse, şeytan birinci atışta hedefe isabet ettirmiş demektir. Fakat kalp kabul etmezse, orada bir iz bırakır, sonunda bir pus, bir leke oluşturur. Bir süre sonra hayal aynasına bazı pis düşünceler yansır, edebe aykırı bazı çirkin görüntüler oluşur. Zaten bu görüntü ve leke kalbin hırçınlaşıp feryat etmesine, sıkılıp daralmasına kâfi gelmiştir. Sonunda "Eyvah!" diyerek ilk hastalık mikrobunu kapmış olur ve ümitsizliğe düşüverir.


2-VELHAN
‘Temizlikte çok su kullandırarak vesvese verir. Çok su kullandırır, Sonra da gülüp alay eder.’

Yüce Allah Kuran-ı Kerimde "Ey Âdemoğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (A'raf Suresi, 31) ve "...İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür." (İsra Suresi, 26-27) Şeytanı en büyük düşman edinen müminlerin bu ayet gereği, israf konusunda özel bir titizlik göstermeleri gerekir. Şeytanın ve çocuğu Velhan’ın yüzünü güldürmemek gerekir. 
 Peygamberimiz S.A.V. ise “Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz.” buyurmuştur. Şeytanı kendimize güldürerek başarısının kutlarcasına alay ettirmeyelim.
3-ZELLENBUR

‘Bu da çarşılarda esnafa bozuk mal satmayı, yalan yemini, malını methetmeyi, malın kusurunu gizlemeyi ve insanları aldatmayı güzel gösterir.’

Yüce rabbim kul hakkı konusunda kullarını özellikle uyarmıştır. Bir mümin için kul hakkıyla ahiret âleminde rabbimizin huzuruna dönmek ne altından kalkılamaz bir yüktür. Peygamberimiz bizleri kul hakkı konusunda şöyle uyarıyor; "Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır."(Müslim)
İşte bunu bilen Zellenbur şeytanı, Rabbimizin ‘kul hakkını helal etmediği takdirde ben bir şey yapamam, her hak sahibi hakkını alacak’ dediği için mümini kaybettirmek ve iflas ettirmek için buradan saldırmaktadır.
4-VESNAN

‘Uyku şeytanıdır. Namaz ve diğer ibadetler için kafayı ve göz kapaklarını bastırır, zina ve hırsızlık gibi haramlar için insanı uyarır.’

Vesnan şeytanı kulları namazdan uzaklaştırmak için şunları söyler;
"Kul namaz kılmak isteyince, ona vesvese veririm. Henüz vakit var, isini bitir, sonra kılarsın derim. Namazını geciktiremezsem, insan şeytanlarından birini yollarım ve namazını geciktiririm. Onu da yapamazsam, o kula namazda musallat olurum.  Sağa bak, sola bak derim, bakınca da yüzünü okşar, alnından öperim. Sonra da; namazın bozuldu diye vesvese verir namazdan çıkarırım.
Sağa sola baktıramazsam, yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. Çabuk kılmasını emrederim. Horozun yem yediği gibi çabukça kıldırırım. Bunu da yaptıramazsam, cemaatle namaz kılarken, basına bir gem takarım ve başını imamdan önce secde ve rukûya götürürüm ve namazını bozarım. Allah ise böylelerini kıyamette eşek veya domuz başlı olarak haşreder. Bunu da yaptıramazsam, namazda parmaklarını çıtırdatmasını emrederim. Böylece beni tespih eder
Miskinlere, zavallılara giderim, namazı bırakmalarını emrederim. Namaz size göre değil, siz rızkınıza bakin, isinizde calisin derim. Sonra ihtiyarlayınca kılarsınız derim.

Hastalara giderim, hastaya zorluk yoktur, iyi olunca kılarsın derim. Hatta hastayı isyan ettirir, küfre bile sokarım."

Birde diğer uyku vardır ki; gaflet uykusudur. Normal uyku halinde olmadığımız halde, hak ve hakikatlerden bihaber olarak yaşarız. Ömür boş ve zararlı şeyler peşinde koşarken geçer. Şeytanın verdiği gaflet uykusu halinde olduğumuz için farkında olmayız. Sürekli ‘daha vakit var. Oğlunu evlendir, emekli ol, gençliğini yaşa. Dünyaya yaşamaya geldin’ gibi avuntularla avutur. Hiç beklemediğin bir anda ecel gelir ve ahret hayatını kaybetmiş bir şekilde ölür gidersin.
Rabbim biz kulları gerçek uyku sebebiyle sabah namazından, gaflet uykusu sebebiyle Allahın emirlerine uyarak ve yasaklarından uzak durarak Vesnan şeytanını yenen kullarından eylesin.
5-BETR

‘Musibet şeytanıdır. Bağırıp çağırma, yüze tokat vurma gibi cahiliye adetlerini güzel gösterir.’

İnanları sinirlendirir. Küçük menfaatleri ileri sürerek insanlar arasında küslük, haset, kin, husumet gibi duyguları kışkırtarak kavga ve şiddeti ayakta tutmayı ister. İnsanlar ve ülkeler arasındaki çatışma ve savaşları güzel gösterir. Dövmeyi, sövmeyi, öldürmeyi, haksız yere mal gasp etmeyi güzel gösterir.
6-DASİM

Yemek şeytanıdır. İnsan besmele çekmediğinde, onunla yemek yer, eve girer, yatakta uyur, besmele ile dürülmemişse elbiseleri giyer, karı koca arasında düşmanlık meydana getirmeye çalışır.’

Bir insan evinde, aile arası sebepsiz olarak bir huzursuzluk, bir gerilim hissederse "Dasim Dasim Dasim Euzu billahi minke" derse, derhal musibet zail olur. Dasim, ev halkına huzursuzluk vermek için uğraşan şeytanın ismidir.
Cinni şeytanlardan korunmak için Urve bin Zubeyr(r.a)'ın duasının sabah akşam üç defa okunması tavsiye edilir; ‘Amentü billahil azim ve kefertü bil cibti vettâguti vestemsektü bil urvetil vuska lenfisâme leha. Vallahu semiün aliym.’
Şeytanın en sevdiği ve en önem verdiği şey karı koca arasını açıp aile düzenini bozmaktır.
Fitnesi en büyük olan kişi, şeytana daha yakın olur. Eşler arasında ayrılma sebebi günümüzde maddi imkânsızlıklara dayandırılsa da bunun altında şeytanın vesvesesi vardır. Fakat her geçimsizlik, büyü ve sihirle olmayacağı gibi mutlaka şeytanın fitnesi ve vesvesesiyle meydana gelir. O eşler arasında çirkinlik ve nefret hislerini meydana getirir.
7-METUN

‘Metun veya Mesût adlı bu şeytan insanlar arasında yalan haberleri yayar, sonra onların aslı çıkmaz.’ 
Atalarımızın ‘kuyu bir kişi bir taş atar, sonra kırk kişi geri çıkaramaz’ sözünde ve bir kişi bir yalan haber söyler, bir saat sonra bu haber kendine söylendiğinde kendi de inanır’ sözlerinde ifade edildiği gibi bir hal alır. Sonra sonuçları bakımından tamiri ve telafisi imkânsız olur.

Onun için peygamberimiz; ‘Kişiye her duyduğunu konuşması yalan olarak yeter.’ Ya da ‘kişiye her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter’ buyurmuştur.
Benim hayattaki felsefem ise şudur; duyduğunun hiç birine, gördüğünün yarısına inanmayacaksın. Ta ki doğruluğundan emin oluncaya kadar.
8-EL EBYAZ

Peygamberlere ve velilere musallat olan şeytandır. Peygamberlere bir zararı dokunamaz, veliler ise onunla mücadele ederler. Allah’ın korudukları selâmettedir, korumadıkları ise sapıtırlar.’

Peygamberler de bulunması vacip olan özelliklerinden birisi ismettir. İsmet; peygamberlerin günahsız olmaları anlamına gelmektedir. Hata yapacak olduklarında uyarılmışlardır. Mesela peygamberimiz eşi Aişe ile ilgili iftira girişiminde bulunulduğunda, ayetle uyarılmıştır. Hz İbrahim oğlunu kurban edeceği zaman hem oğluna, hem eşi Hatice’ye ve hem de kendisine musallat olmuştur. Ama her hangi bir zararı dokunamamıştır.
Yine Eyüp peygambere de musallat olmuş, elindeki tüm dünya varlığının ve neslinin alınmasına sebep olmuş. Sadece sağlam olarak dili kalıncaya kadar sağlığının elinden alınmasına sebep olmuş. Eşinin, Eyüp peygamberin sağlığını korumak düşüncesiyle pazarlığa oturmasını başarsa da, Eyüp peygamberin bunu tahmin etmesi sonucu bunda da başarılı olamamıştır.
Resûlüllah Efendimiz ashâbıyla otururken üç kere “Allah lânet etsin” buyurduktan sonra “Allah düşmanı İblis kuyruğunu arkasına sokup yedi yumurta çıkardı. Bu yumurtalar onun insanlara musallat edeceği çocuklardır.


1. Adı Mehdes olan, âlimleri saptırmaya vazifeli.
2. Adı Hâdis, Allah’ı unutturmak, namazda etrafa baktırmak, esnetmek ve gaflet vermekle vazifeli...
3. Adı Zelniyûn. Sokak ve pazardakileri ifsat eder; yanlış tartmak ve yalan söyletmek gibi kötülükleri yaptırır.
4. Adı Beter: musibete uğrayanlara Allahü Teâlâ’ya isyanla ah vah gibi şikâyetlerde bulunmayı hoş gösterir, sevaptan mahrum eder.
5.Adı Menşut’tur. Yalan söyleyen, söz taşıyan, fitne çıkaranları teşvik eder.
6. Adı Vâsim’dir. Erkek ve kadınların şehvetini kabartıp, zinaya sebep olmakla vazifelidir.
7.Adı Eur’dir. Hırsızlık edenlere ümit verir. Sonra tövbe edersin der.” (Günyetü’t-Tâlibîn s.149)

Başka rivayette;

‘Şeytanın beş evlâdı var:

1. Sebuv: Musibetler karşısında feryadı u figan etmeye elbise ve yüz yırtmağa teşvik eder.
2. Aver: Zinayı hoş gösterir.
3. Mesbut: yalancılığa teşvik eder.
4. Dâsım: Evlere girer, kusurları gösterir, aile reisini kızdırır, ev halkını huzursuz eder.
5. Zelenbur: Çarşı ve pazarlarda esnafı hallerinden şikâyet ettirir.’ denilmiş.


Rabbim cümlemizi muvaffak eylesin. Âmin!

19 Kasım 2015 Perşembe

GEREKSİZ ANTİBİYOTİK KULLANMANIN 6 BÜYÜK ZARARI..

 Gereksiz antibiyotik kullanmanın 6 büyük zararı
Bu yıl 16 - 22 Kasım Dünya Antibiyotik Farkındalık Haftası olarak ilan edildi. Gelişigüzel kullanılan antibiyotikler fayda sağlamadıkları gibi, pek çok ciddi sağlık problemine de neden olabiliyor. Böbrek veya karaciğer yetmezliği ile obezite bunlardan sadece bazıları.
NTV'ye konuşan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Özkan Uysal gereksiz antibiyotik alımının yol açtığı sorunları şöyle sıraladı:
1- Ciddi alerjik reaksiyonlar oluşturabiliyor
Bu alerjik reaksiyonlar sadece hafif bir kaşıntı ya da deri döküntüsü şeklinde gelişebildiği gibi, ölümle sonuçlanabilecek kadar şiddetli olabiliyor.
2- Karaciğer fonksiyonlarını bozabiliyor
Karaciğer fonksiyon testleri adı verilen kan tetkikleriyle bu yan etkiler takip edilebilmektedir. Altta yatan karaciğer hastalığı olanlarda karaciğerde metabolize olacak bir antibiyotiklerden kaçınılmaktadır.
3- Böbrek yetmezliğine neden olabiliyor
Böbrekler üzerine toksik etkiler oluşturarak organ yetmezliğini tetikleyebiliyor. Akut böbrek yetmezliğinin en az 5'te biri kullanılan ilaçlar nedeniyle gelişiyor.
4- Antibiyotik ilişkili ishale yol açabiliyor
Normalde bağırsak içinde 400'den fazla bakteri türü bulunuyor ve bunlar hastalık oluşturmadıkları gibi fayda sağlıyorlar. Antibiyotik kullanımı bu normal floradaki bakterilerin ölmesine ve böylelikle fırsatçı bakterilerin üremelerine ortam hazırlıyor ve böylelikle ishaller oluşabiliyor. Hatta dizanteriyi taklit eden kanlı ishal tablosu gelişebiliyor.
5- Obeziteye neden olabiliyor
Son yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki; özellikle bebeklik ve çocukluk dönemlerinde daha sık antibiyotik kullananlarda obezite daha çok görülüyor.
6- Bağırsak sistemine hasar verebiliyor
İshal dışında görülebilen sindirim sistemi yan etkileri arasında bulantı, kusma, karın ağrısı gibi belirtiler de görülebiliyor.
kaynak:ensonhaber.com

18 Kasım 2015 Çarşamba

''KUR'AN'DA GEÇEN HER KELİMEDEN İSİM OLMAZ..''


Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk, ''Ailelerçocuklarına Kur'an'dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir. Aleynasıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı demektir'' dedi.
Yrd. Doç. Dr. Öztürk, çocuğa isim vermenin kültürel, sosyal ve dini açıdan önemli bir konu olduğuna işaret etti.
Pek çok ailenin Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri çocuklarına vermek istediklerini söyleyen Öztürk, Kur'an'da geçen her kelimenin ise isim olarak konulamayacağını hatırlattı.
Günümüzde yaygın olan ve Kur'an'da geçtiği için konulan çok sayıda ismin anlamının yanlış olarak bilindiğini, gerçek anlamlarının ise isim olarak verilemeyeceğini ifade eden Öztürk, çocuklarına Kur'an'dan isim koymak isteyen aileleri seçici davranmaları konusunda uyardı.
Anlamları bilinmeden isim veriliyor 
Kuran'dan isim konulurken seçilen kelimenin gerçek anlamının öğrenilmesi için uzman kişilere danışılmasını tavsiye eden Öztürk, isim kitaplarında veya internette geçen adların anlamlarının da irdelenmesini istedi.
Öztürk, şöyle devam etti:
''Aileler çocuklarına Kuran'dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir, Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı aksın demektir. Kuran'da geçen her kelimenin isim olmayacağı bilinmelidir. Kur'an-ı Kerim'de geçen her kelime 'Bu Kuran'da geçiyor isim olur'' mantığıyla çocuklara verilmemelidir. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamı iyi bilinmelidir. Kezban ismi Kur'an'da geçiyor diye veriliyor. Oysa Kezban yalancı demektir. Çocuğa bu ismi koyarsanız, 'yalancı, yalancı' diye çağırmak zorunda kalırsınız. Aleyna 'üstümüze bela sıkıntı aksın', Bekir, 'deve yavrusu' demektir. Hz. Ebubekir'in ismi Abdullah'tır Ebubekir lakabıdır. Bu husus karıştırılmamalıdır.Rumeysa 'gözü çapaklı kadın' demektir. Hüreyre, 'kedicik' demektir. Kayra eski Türk mitolojisinde 'tanrı' demektir, Allah'tan başka ilah mı olur? Çocuğa tanrı ismi konulmamalıdır. Melis, Yunan mitolojisinde 'tanrıça' demektir, şişman ve tembel anlamlarına da gelir. Erçin 'ücret' anlamına gelir. Bir insanın ücreti olamaz.''
Mekruh isimler
Dinen mekruh sayılan isimler de olduğunu vurgulayan Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Resul, Nebi, Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil isimleri konulmamalı, hoş değil. Samet ismi, hiç kimseye muhtaç olmayan demektir. Bu sadece Allah'a mahsus bir durumdur, isim olarak kullanılamaz. Gülsüm gariban, zavallı kimsesiz anlamındadır. Julide Farsça'da dağınık, perişan demektir. Cennet bahçesi olarak bilinen İrem ise Allah'ın gazabına uğrayan sahte cennettir. Bade ismi içki demektir. Hannas ismi şeytanın ismi. Alara, Rosa, İleyda bunlar İslam isimleri değil gayrimüslim isimleridir ve çocuklara konulmamalıdır. Anlamı kötü olan, anlamsız şeyler de çocuklara isim olarak konulmamalıdır.''
''İsim her dilden olabilir''
Yrd. Doç. Dr. Öztürk, ''İsim her dilden olabilir. Yeter ki anlamı güzel olsun, yaşadığı toplum ve kültüre yabancı olmasın'' dedi.
Barış, Mert, Özgür, Sevgi gibi isimlerin kullanılabileceğini, aynı şekilde Kerim, Macit, Zeynep, Hasan, Abdullah, Kevser, Abdurrahman gibi isimlerin çocuklara verilmesinde bir sakınca olmadığını aktaran Öztürk, isimlerde Allah'a kulluğun ifade edilmesi gerektiğini vurgulayarak, İslam büyüklerinden hatıra kalan isimlerin kullanılabileceğini, halk arasında yaygın olan Fatma, Ayşe, Ahmet, Mehmet, Muhammet, Mustafa, Zeynep gibi isimlerin de benimsendiğini söyledi.
Kaynak : AA

17 Kasım 2015 Salı

BOYACI HASAN VE TUĞRUL..(ibretlik hikayeler)


zeynasasssssasaep
Tuğrul, annesinin sofraya getirdiği
bulgur pilavını görünce, yüzünü
buruşturdu.
-Üç gündür aynı şey anne, diye şikâyetetti. Pilav, pilav, pilav…
Anne tabağı sofraya koyduktan sonra:
-Oğlum ne yapalım? Elimizde var mı ki sana çeşitli yemekler pişireyim…
Paramız var mı ki istediklerini alayım…
Tuğrul gözlerini kıstı:
-Komşumuzun oğlu Ahmet’i biliyorsun anne… Evlerinde çeşit çeşit yemek
çıkıyor. Mert de öyle, Selim de öyle…
Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor. Bıktım bu
parasızlıktan… Benim onlardan farkım ne?
Annesi ağlamamak için başını arkaya
çevirdi. Üzüntü dolu bir sesle:
-Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi? Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu.
Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz.
Hem sen başkalarına ne bakıyorsun?
Onlar kadar zengin değiliz ki biz.
-Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz ya?
Hışımla sofradan kalktı.
-Ben bu yemeği yemiyorum! Hep aynı yemek! Bıktım! Pantolon desen yamalı
yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter ya!
-Oğlum Tuğrul! Nereye böyle?
Tuğrul, eskimiş, yer yer boyası dökülmüş mon-tunu sırtına geçirirken
annesine boş gözlerle baktı, cevap vermedi.
 Kapıyı çektiği gibi çıktı.
Zavallı anne bitkin ve kederli bir halde içini çekti önce… 
Sonra yanaklarına
doğru birkaç damla yaş süzüldü. Peşinden bir hıçkırık… Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
-Ya Rabbim, ne olacak bu hâlimiz bizim? Bize yardım et.
Hem ağlıyor, hem dua ediyordu.Zavallı kadın üzüntüsünden tek bir
lokma bile yiyemedi.
***
Tuğrul, elleri montunun cebinde ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zorla
yürüyordu sanki. 
Bir yandan da söyleniyordu.
-Pilavmış, para yokmuş! Herkes hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz. Ah gözün kör olsun fakirlik!
Gözleri önünde yürüyordu. Sanki bütün herkes kendisine bakıyor ve içten içe alay ediyordu. 
Sanki başını kaldırsa onu birbirlerine gösterip alay edeceklermiş gibi hissediyordu.
Söylene söylene parka kadar gelmişti.
Kafasını kaldırdı, oturacak bir yer aradı. 
Adımlarını sürüyerek parka girdi ve bankın birine oturdu. En azından biraz kendine gelirdi. Gözleri, ucu
yırtılmak üzere olan ayakkabısına
takıldı. Ayaklarını hafif içeri çevirerek gizlemeye çalıştı.
-İşe bak, dedi. Ayakkabı, ayakkabı değil, sanki pabuç.
Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı.
-Boyayayım abi, dedi.
İsteksiz bir tavırla çocuğu inceledi. Eli yüzü kapkaraydı. Elbiseleri lime limeydi. Lastik ayakkabıları vardı.
Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu. Çocuk, Tuğrul’un manasız manasız
baktığını görünce :
-Hişt abi, dedi. Boyayalım mı, dedim!
Tuğrul ezgin bezgin gözlerini kaçırmaya çalıştı:
-Param yok ki, dedi. Hem şuna
baksana, boyanacak neresi kalmış?
Boyacı çocuk onun hâline acıdı ve yanına oturuverdi.
-İsmin ne abi senin? diye sordu.
Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı:
-Tuğrul, dedi. Ya seninki?
-Benimki de Hasan… Kötü bir şey mi oldu abi?
Derdini soran bir dost bulmak Tuğrul’u sevindirmişti. Anlatmaya başladı derdini, içini döktü. 
Hasan işini bıraktı, onu dinledi.
Konuşması bitince Hasan:
-Hayatımız birbirine benziyor abi, dedi. Üstelik babam da yok benim. Evin tek erkeğiyim. Ama hâlimden şikâyetçi değilim. Buna da şükür. Sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara geliyorum. Günde 10-15 ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey geçiyor elime. Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz. Hâlimize
şükrediyoruz. Sonuçta bizden beter olan da var, değil mi?
Tuğrul şaşkın şaşkın bakarken Hasan kalktı.
-Gidiyorum abi, dedi. İstersen ayakkabını boyayayım, para almam.
-Sağol Hasan, dedi. Başka zaman inşallah.
Hasan giderken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında sanki
başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Ayakları engelliydi Hasan’ın. Topallayarak, zar zor yürüyordu. Oysa kalkıp gidene kadar bunu hiç fark etmemişti. Kaldı ki,
Hasan da bundan hiç bahsetmemişti.
O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına gitti; koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına. Babasız ve engelli bir çocuğun
ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca azim ve irade inanılmazdı. Asıl şimdi ezildiğini hissetti.
Öyle değil mi idi ya? Neden, şu
durumunda bile, daha beter durumda olan, hatta bir elbise bulamayıp tek giysiyle yaşayan, bir dilim ekmek için çöplükleri karıştıran kimseleri düşünerek haline şükreden
Hasan kadar olamıyordu?
- Ne kadar da aptalım, diye hayıflandı.
Hasan’ın hâline bak, şu halinde bile boyacılık yapıyor, parasını kazanıyor,
bir de ev geçindiriyor. Bana ne oluyor?
Yok, zengin olmakmış, yok para bulmakmış! Hem ben çalışmıyorum da! Rahatlığı bulmuşum, daha
fazlasını istiyorum. Bana ne arkadaşlarımdan, Mert’ten Selim’den bana ne?
Böyle düşündüğüne sevindi. İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu.
Hafiften kararmaya yüz tutmuş havaya baktı. Başını önüne eğip:
-Annemi bugün çok üzdüm, kalbini kırdım, dedi. Gidip gönlünü alayım,elini öpeyim.
Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur pilavı istiyordu. Bu değişikliğe hayret  etti.
Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç duyarak, fakirliğe isyan ederek geldiği yoldan, 
şimdi pişman bir şekilde,
haline şükrederek dönüyordu...

15 Kasım 2015 Pazar

İNSAN VE HAYAT dergisi 69.sayısı VİTRİNLERDE...

Yeni icatlar insan hayatını nasıl etkileyecek?

İNSAN VE HAYAT dergisi 69.sayısı vitrinlerde yerlerini aldı.
bu harika dergiyi
 internet üzerinden de okuma şansınız var 
hemde 2 lira gibi çok makul fiyata  sahip olabilirsiniz= abone olmak için buyrun.

veya ben dergimi alır sayfalarını çevire çevire kokusunu duyarak okurum :) derseniz 
buradan abone olabilirsiniz..

DUA ve KÜÇÜK BİR ÇOCUK..

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: 
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? 
Küçük çocuk, başını çevirmeden; 
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup: 
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. 
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. 
Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: 
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. 
Çocuk, büyük bir sevinçle: 
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? 
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. 
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. 
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: 
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. 
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: 
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. 
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. 
Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: 
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. 
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: 
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: 
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

dini hikayeler..

DİĞER YAYINLARIM..