8 Mart 2015 Pazar

YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ :)

Hoca bir gece uyandı ki kapının önünde birkaç kişi toplanmış kavga ediyorlar.
Hoca:
— Hatun ışığı yak da bir bakalım bakayım neymiş bunların derdi? der.
Hanımı:
— Hoca işin mi yok şu kışta - kıyamette, nene gerek senin, dediyse de hoca dinlemez ve sırtına yorganı alıp dışarı çıkar.
Hoca dışarı çıktığı gibi oradakilerden biri sırtındaki yorganı aldığı gibi kaçar. Tabii kalabalık dağılmış, gürültü de kesilmiştir.
Hoca soğuktan titreyerek içeri girer.
Hanımı:
-— Neymiş hoca o gürültü? diye sorunca, merhum şu cevabı verir:
— Ne olacak hatun, kavga bizim yorgan içinmiş. Yorgan gitti, kavga bitti.  

4 Mart 2015 Çarşamba

YEDİKITA DERGİSİ 79.SAYISI ÇIKTI..

YEDİKITA dergisi 79.sayısı çıktı
tarihi tüm gerçekliğiyle bulacağınız dergiyi almanızı tavsiye ederim

İÇİNDEKİLER;


bu dergiyi internet üzerindan okumak isterseniz çok makul fiyata
BURADAN okuyabilirsiniz..

1 Mart 2015 Pazar

ERKEKLE KADIN ARASINDA SEVAP MÜŞTEREK

Eshabın büyüklerinden kadın sahabi Hz. Esma (r.a.) peygamberimizin huzuruna çıkarak şunları söyledi:
— Ya Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Ben müslüman kadınlarını temsilen huzurunuza geldim. Hak Teâlâ sizi erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz artık sizin yolunuzdayız, size inandık, îman ettik... Biz evimizin dört duvarı arasındayız, dışarı çok az çıkabiliyoruz. Erkekler ise Cuma namazı, cenaze namazı, bayram namazı kılarlar. En büyük ibadet olan cihat ederler. Biz ise bunlardan mahrumuz. Biz hep evde çocuklarımızla meşgul olur, kocalarımızın elbiselerini dikeriz, yemek yapar, evin temizliği ile uğraşır onların rahat etmesi için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Kocalarımızın yaptığı ibadetten bize de bir hisse var mı? Yoksa biz onların kazandıkları sevaptan mahrum mu oluyoruz? dedi.
Efendimiz memnun olmuşlardı... Orada bulunan eshaba dönerek:
— Siz bu zamana kadar din hususunda bir kadının böyle konuştuğunu duydunuz mu? diye sordular... Eshab:
— Ya Resûlallah, bizim aklımızdan bile geçmiyordu ki bir kadın gelsin de böyle güzel şeylerden suâl etsin, dediler.
Efendimiz (s.a.s.) Hazreti Esma (r.a.)'ya dönerek:
— Ey Esma! Eğer bir kadın kocasını razı ederek onun gönlünü hoş tutar, kadınlık vazifelerini yerine getirirse, işte o kadın kocasının her kazandığı cevaba ortak, buyurdular.
O büyüklerin her hali bizlere bir ikaz mahiyetini taşır. Ne mutlu o kadına ki kocasını razı etmiş ve onun yaptığı sevaplara ortak olma bahtiyarlığına erişmiş...

Büyük Dini Hikayeler

26 Şubat 2015 Perşembe

OTUZ SENE OKUDUKTAN SONRA İLMİN BAŞINI KÖYLÜDEN ÖĞRENDİ

ilim öğrenmek ile ilgili görsel sonucu

Deli Hüseyin Ağa derler bir adam vardı. Yirmi yaşlarında evlenmişti. Nikâhına gelen hocaların sohbetlerini görüp onlara hayran kaldı. Kendisi de onlar gibi okuyup alim olmaya karar verdi. Zengin hali vakti yerinde olan Hüseyin Ağa, evlendikten bir,- iki gün sonra, karısından izin alıp İstanbula" ilim tahsiline gitti. Bütün malını karısına ve anasına bırakan Hüseyin Ağa, istanbul'da tam otuz sene ilim tahsil etti.
Bu otuz sene içinde köyünü ve gencecik bıraktığı hanımını aklına bile getirmemişti, hafız-ı Kur'ân olduğu gibi, arabî ilimleri de öğrenip tam bir dersiam (üniversite hocası) yetişti.
Otuz sene sonra memleketine gitmeye karar verdi, İstanbul'dan yola çıkıp, o zamanın vasıtaları ile memleketine vardığında, köyüne varmadan akşam olmuştu. Yakın bir köye misafir oldu. Akşam köyün camiinde va'z-ü nasihat etti. Halk bir çok müşkilini, o gece ondan öğrenmek fırsatını buldular. Yatsı namazından sonra, misafir olduğu köylünün evine geldiler. Gece sohbet ederlerken köylü:
— Hoca efendi, otuz sene ilim öğrenmişsin. Birçok mesele hakkında zorluk çekmeden bilgi verebiliyorsun. Sana bir sualim olacak. Ona cevap verebilir misin? dedi.
Hoca efendi: «Söyle bakalım, bilirsek söyleriz» dedi.
Köylü:
— Söyler misin bana ilmin başı nedir? diye sordu.
Hoca, bundan kolay ne var. İlmin başı Besmele'dir, dedi. Köylü kabul etmedi. Fatihadır, nasara yensuru dur, gibi aklına ne geldi ise saydı ama, köylü bu söylediklerinin hiç birisinin ilmin başı olmadığını söylüyordu. En sonunda hoca, köylüden, ilmin başını öğretmesini rica etti. Köylü bunun öyle kolay olmadığını, bunun öğrenilmesi için en az bir sene, kendisinin yanında kalması lâzım geldiğini söyledi. Hoca ne yapsın, otuz sene okuduktan sonra ilmin başını bilmeden köyüne gidemezdi. Bir sene köylünün yanında kalmaya razı oldu. Ara sıra: «Köylü amca zor birşey değilse şunu söyle de beni burada bekletme» dediyse de köylü bir sene geçmeden öğrenmesinin imkânsız olduğunu söylüyordu. Hoca efendi çiftse çift, çubuksa çubuk bir hizmetçi gibi tam bir sene köylüye hizmet etti. Artık sabredemez olmuştu. Bir sene dolduğu akşam amca şunu akşamdan söyle de rahat bir uyku uyuyayım, dedi ise de köylü, halâ söylememekte İsrar ediyordu.
Sabah oldu... Köylü karısına misafirin yolcu olacağını bir miktar azık hazırlamasını söyledi. Kendisi de Hoca'ya: «Hocam ilmin başı sabırdır» dedi.
Hocanın tepesi atmıştı:
— Bu iki kelime için mi beni bu kadar burada beklettin, kendine hizmet ettirdin. Bir senem bu iki kelime için mi buralarda zayi olup gitti. Sende hiç insaf ve merhamet yok mu? Sen Allah'tan korkmuyor musun? gibi sözlerle söylenmeye başladı. «Ben bunca sene okudum. Sabır hakkında bu kadar Hadîs-i Şerif okudum, ezberledim. Onun ne olduğunu ben senin kadarda mı bilmiyorum,» gibi sözler söylerken köylü duramadı:
— Hocam sen ilmi de biliyorsun, sabrın ne olduğunu da biliyorsun ama, sabretmesini bilmiyorsun. Seninle bu işin başında anlaşmadık mı? Bana kızıp sinirlenmeye hakkın yok, dedi.
Çünkü hakikaten ilmin başı, hatta hatta her şeyin başı sabırdır. «Sabreden derviş muradına ermiş, sabreden selâmeti bulur» gibi sözler hep sabır için söylenmemiş mi idi.
Hoca köylünün yanından ayrıldı. Bir gün sonra da akşam namazı sıralarında köyüne vâsıl oldu. Aradan otuzbir sene geçmişti ama, Hüseyin Hoca ancak evini bulabilmişti. Evine yaklaştı. Kapıyı çalmadan evvel pencereden baktı ki, içerde hanımı Fatma'nın yanında bir delikanlıdan başka kimse yok. Biraz bekledi, Fatma hanım yanındaki delikanlı ile o kadar samimi ki, bazan dizine yatıyor, bazan Fatma Hanım onun saçlarını sıvazlıyarak seviyor. Bu hali bir müddet pencere dibinde seyreden hocanın aklı başından gitti. Otuz sene öğrendiği ilmi, sabır hakkında o kadar ettiği va'z-u nasihati unutup, istanbul'dan aldığı av tüfeğini hazırlayarak her ikisini de vurup namusunu temizlemeye karar verdi. Tam nişan alıp tetiği çekeceği zaman, sabır için bir sene hizmet ettiği köylü aklına geldi.
«Yahu dedi, bu sabır için bir sene çile çektik. Bir sene sonra ancak, sabrın ilmin başı olduğunu öğrendik. Hele şimdi kalsın bu iş. Bunu nasıl olsa bir müddet sonra Öğrenmek mümkündür» diyerek köy odasına gitti.
Caminin bitişiğindeki odaya varıp selâm verdi. Cemaat gelenin hoca olduğunu kıyafetinden hemen anladılar. Hüseyin Ağa, orada bulunan cemaate köyün yaşlılarından bazı isimler sordu. Onların kimisi ölmüş, kimi ise halen hayatta olmasına rağmen yaşlanmışlardı. En sonunda: «Bu köyde Deli Hüseyin derler birisi varmış, İstanbul'a ilim tahsiline gitmiş, böyle birisini tanıyor musunuz?» diye sorduğunda, böyle birisinin olduğunu, fakat görseler bile tanıyamayacaklarını söylediler.
— O isimde birisi varmış, onun bir de zavallı karısı var. Karısını daha bir günlük gelinken bırakıp gitmiş. O gece hamile kalmış kadın. Bir oğlu oldu. Adını da Ali koydu, işte o Deli Hüseyin'in oğlu, bizim caminin imamıdır. Annesi onu yakın bir köyde okuttu, diye anlattılar.
Hüseyin Hoca'nın aklı başına geldi: «Demek ki, Fatma'nın yanında yatan benim oğlummuş» diyerek kendisine bir sene hizmet ittiği adamın köyüne doğru eliyle göstererek: «Sağol-sağol...» diye bağırdı.
Cemaat misafiri deli zannettiler. Fakat Hüseyin ağa, oğlunun gelmesini bekleyerek başından geçenleri anlattı ve kendisinin işte o Deli Hüseyin denen adam olduğunu ve istanbul'a gidip hafız-ı Kur'ân olduğu gibi dersiam olarak medreseyi bitirdiğini anlattı.
Oğlu gelip tanıştıkları zaman, köylünün sözünün kıymetini bir kat daha anlıyordu Hüseyin Hoca... 

24 Şubat 2015 Salı

NAMAZIN FAZİLETİ

Talha bin Ubeydullah'dan anlatılıyor:
Necid ahalisinden saçları dağınık, sesinin gürültüsü işitilip ne dediği yanımıza gelinceye kadar anlaşılmayan bir şahıs Resûlüllah aleyhisselâma geldi; baktık ki:
İslâm nedir? diye soruyor adam.
Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:
Bir gün bir gecede beş vakit namazdır, buyurdu.
Adam:
Beşten fazla bir şey yok mu? dedi.
Peygamber aleyhisselâm:
Hayır, nafile kılmak arzu edersen başka, fakat farz olarak sadece beştir, buyurdu. Ve kendisine Ramazan ayı orucunu anlattı:
Adam:
Bundan başka oruç var mı? dedi.
Resulüllah aleyhisselâm:
Nafile olarak tutmak istersen başka, fakat farz olarak yoktur, buyurdu. Ve kendisine zekâtı, anlattı,
Adam:
Söylediğin miktardan fazlası var mı? diye sordu.
Peygamber aleyhisselâm:
Nafile olarak vermek arzu edersen başka, fakat farz olarak, anlattığım kadardır, dedi.
Bundan sonra adam:
Allah'a yemin ederim ki, bundan ne fazla ne de noksan yaparım, diyerek dönüp gitti.
Allah'ın Resulü de:
Doğru söylüyorsa, felaha erişti, buyurdu.

(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Neseî)

23 Şubat 2015 Pazartesi

KİMSE GÖRMEDEN TAVUĞU KİM KESECEK?

aziz mahmud hüdayi ile ilgili görsel sonucu

Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, üstadı Üftade (k.s.) Hazretlerinin hizmetinde daha ilk yıllarında talebe iken birçok talebe arkadaşlarının arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, müridleri arasında en çok onunla ilgilenir, birçok iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Üstadın o talebesi ile, fazla meşgul olmasını etraftan hissedenler ve birçok talebesi çekemezler ve Üftade Hazretlerine derler ki:
— Biz de talebeyiz, onun bizden ne farkı var?.
Talebelerin ve bazı müridlerin bu halini sezen Hazreti Üftade, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırdı, ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip:
— Bunu, gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur, buyurdular.
Bıçakla tavuğu alan talebeler sür'atle etrafa yayıldılar ve kendilerine göre, gizli birer yer bularak kesip getirdiler. Fakat o hakkında dedi-kodu yaptıkları, «Onun bizden ne farkı var» dedikleri talebe, hayli zaman olmasına rağmen ortalıklarda yoktu.
Erken gelenler, kendi aralarında konuşuyorlardı:
— Hocanın huzuruna çıkmaya yüzü yok ki, kesip de gelsin. Kim-bilir şimdi nerelerde dolaşıyor, diyorlardı.
O talebe, hayli zaman sonra elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar:
— Bir tavuğu kesmeyi becerememiş, diyorlardı, kendi kendilerine.
Üftade sordu:
— Herkes kesip geldiği halde, sen nerede kaldın? Hep seni bekliyoruz. Bu zamana kadar nerdesin? diye...
O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan, daha sonra büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri, şöyle cevap verdi:
— Hocam, sizi beklettiğim için ayrıca özür dilerim. Lâkin ben, nereye gitti isem beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam, iyi biliyordum ki Allah (C.C.) beni mutlaka görüyordu. Ve böylece, ordan oraya ordan oraya koştum, sizin emrinizi yerine getiremeden geldim, dedi.
Tabii bu hâdiseden sonra, anladılar diğer talebeler, hocasının neden en çok onu sevdiğini ve onunla daha fazla niçin alâkadar olduğunu .. 
Başlarını önlerine eğip hata ettiklerini anladılar. Çünkü Allah'a gizli olan hiçbir mekân ve zaman yoktu.

Büyüh Dini Hikayeler

22 Şubat 2015 Pazar

KOMŞU HAKKINA DİKKAT

Ashaptan Hazreti Mücahid (R.A.) Abdullah b. Ömer (R.A.) ile alâkalı şahit olduğu bir hâdiseyi şöyle nakleder :
— Ben, Hattab oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'ın yaninda idim. Ömer b. Abdullah (R.A.) oğluna bir koyun kestiriyordu. Koyunun kesilmesi için emir verdikten sonra oğluna:
— «Oğlum yahûdi komşumuzu da unutmayasın!» diye emir verdi ve bu emri koyun kesilip hazırlanıncaya kadar üç defa tekrarladı. Babasının aynı sözü tekrarlayıp durmasından sıkılan oğul:
— «Baba, anladım. Yahûdi komşumuza da pay ayır diyorsun. 
Bunu tekrarlayıp durmanın ne mânâsı var! Ben bu zamana kadar senin hiçbir emrine itaatsizlik ettim mi? Bütün mesele, koyun kesildikten sonra komşu yahûdiye bir parça 'et verilmesi değil mi?...» deyince, Hazreti Ömer, oğlu Abdullah'ın elinden tutup; yüzünü kendisine doğru çevirdikten sonra şöyle dedi :
— «Oğlum, komşu hakkı hususunda Peygamberimiz öyle çok tekrarda bulunurdu ki, biz nerde ise komşumuzu malımıza ortak kılacak sanırdık. Sen neden bahsediyorsun!.»
..............

Büyük Dini Hikayeler

21 Şubat 2015 Cumartesi

PAŞA OLURSUN AMA, ADAM OLAMAZSIN

Bir adamın haylaz, yaramaz bir oğlu vardı. Adamcağız oğluna yeri geldikçe:

— Oğlum sen adam olmazsın, derdi.
Babasının bu sözleri ise çocuğun çok zoruna giderdi. Bir gün gene babası aynı sözü tekrarlamıştı. Çocuk başını aldı gitti, İstanbul'a geldi okumaya başladı. Çocuğun tek muradı adam olmak ve babasını mahcup etmekti. Nitekim okudu, uğraştı ve türlü imtihanlardan sonra Osmanlı Devletine Paşa oldu. Unutmamıştı babasının kendine söylediği sözleri. Emrindekilere, gidin filân memlekette, filân köyde şu isimde biri var onu istanbul'a huzuruma getirin, diye emir verdi.
Paşanın adamları gittiler ve söylenen köyde Paşanın babası Mehmet efendiyi buldular. Adamcağız tarlada çift suluyordu. Yanına varıp:
— Seni Paşa Hazretleri İstanbul'a huzuruna çağırır, hazır ol gideceğiz, dediler.
Adamcağız şaşırmıştı. Bir Paşa Anadolu'nun fakir köylüsünü niçin huzuruna çağırsındı. Ne ise emir emirdir, hazırlandı, İstanbul'a yola çıktılar... Günler sonra, o zamanın şartları altında İstanbul'a varıldı... Adamcağız hâlâ suçunun ne olduğunu bilmiyor, Paşa beni ne yapacak?, diye düşünüyordu. Adamcağızı Paşa'nın huzuruna çıkardılar... Büyük bir debdebe ile babasını huzuruna kabul eden Paşa:
— Beni tanıyabildin mi? Ben kimim? diye sordu. Yaşlı adam büyük bir korku içinde idi. Oğlu olduğunu tanımamıştı.
— Siz Sadrazam efendimizsiniz, dedi.
Paşa intikamını almış olmanın gururu içinde:
— Ben senin oğlunum... Hani sen bana iki sözünün birinde «Adam olmazsın» derdin. Bak işte adam oldum, hatta Paşa bile oldum, dedi. Adamcağız meseleyi anlamıştı:
— Beni ta uzaklardan buraya bunu söylemek için mi çağırdın. Ben sana Paşa olamazsın dememiş, adam olamazsın demiştim. Sen ise beni buraya çağırmakla benim sözümü doğru çıkardın, dedi.
............ 

Büyük Dini Hikayeler

20 Şubat 2015 Cuma

19 Şubat 2015 Perşembe

BİR ÇİFT KUNDURA

resim netten alıntıdır.
Onyedinci asır başlarında Dalmaçyada Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında bir çocuk vardı. 
Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti. 
Nadin'den bir vazife ile bir Kapıcıbaşı geçti. Sancak Beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile pârlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp îstanbula getirdi. 
Saraya verdi. Enderunu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu. Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi. Kaptan Paşa oldu. 
Bir gün Nadine Kaptan Paşanın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı: 
«Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, Sancak Beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir.»
               Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu. Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbası kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu. Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı:
«Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seni unutmıyacaktır.» 
di
Büyük Dini Hikayeler..

18 Şubat 2015 Çarşamba

NAMAZDA HATIRLADI

Adamın biri parasını sakladığı yeri unutmuştu. Ne kadar düşündü ise günlerce aramasına rağmen parayı sakladığı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Benim bu derdime bir çare bulursa o bulur diyerek doğru İmam-ı A'zam Hazretlerinin huzuruna gelerek ne yapması lazım geldiğini sordu.
İmam-ı A'zam, bu senin meselen fıkıhla ilgili değil ama, yine de sana bir akıl vereyim: Sen git bu gece sabaha kadar namaz kıl, ümit ediyorum ki, Allah sana paranı koyduğun yeri hatırlatır, dedi.
Adam o gece sabaha kadar ibadet etmeye karar verip abdest aldı, seccadesinin üzerinde ibadet etmeye başladı. Daha gecenin yarısı bile olmadan parayı koyduğu yeri hatırlayıvermez mi? Namazı bıraktı, doğru parayı koyduğu yerden alıp yattı.
Sabah olunca İmam-ı A'zam'a:
— Allah senden razı olsun, bu derdime de çare buldun. Daha gecenin yarısında parayı koyduğum yeri hatırladım, deyince, İmam;
— Keşke sabaha kadar ibadete devam etseydin. Çünkü şeytan senin sabaha kadar ibadet etmene tahammül edemediği için daha gecenin yarısında sana hatırlatmış. Sabaha kadar da şükür namazı kılsaydın daha iyi ederdin, dedi...

Büyük Dini Hikayeler..

16 Şubat 2015 Pazartesi

HZ. ALİ'NİN KÜRKÜ

Hazreti Ali, Sıffîn Harbînden dönerken kürkünü kaybetmişti.    

Aradan, bir müddet zaman geçtikten sonra kürkünü bir Hıristiyanın sırtında görerek, geri alması için kadıya şikâyet etti.

 Hz. Ali ile hıristiyan arasında mahkeme kurulmuştu. Kadı Hazreti Ali'-ye:
— Kürk senin mî? Senînse isbat edebilirmisin? diye sordu. Hazreti Ali:
— Kürk benimdir, fakat isbat edemem, dedi. Bu sefer kadı hıristiyana:
— Emirel mü'mininin dediği doğru mu? diye sordu. Hıristiyan-:
— Kürk benim, fakat, Emirel mü'minin de yalancı değildir, dedi. Kadı, Hazreti Ali delil gösteremediği için kürkün hıristiyanın olduğuna karar verip adamı akladı. 
Kadının bu adilâne kararı karşısında vicdanen hakikati anlatmak mecburiyetini hisseden hıristiyan, kürkü Hazreti Ali'ye teslim etmek üzere gelip:
— Ya emirel mü'minin! Bu kürk senindir. Sıffın Harbinden dönerken atın -arkasından düştü, ben de aldım. Fakat kadının verdiği karar beni fazlasiyle duygulandırdı. Müslüman olmaya bütün kalbimle karar verdim, beni affeyle, dedi.
Bu sefer Hazreti Ali adamdan memnun olmuştu:
— Mademki Müslümanlığı kabul ettin. Ben de bu kürkü sana hediye olarak veriyorum-, dedi.
Böylece kürk yine aynı adamda kalmış oldu, lâkin, bir hıristiyan Müslüman oldu!...
* * * 

15 Şubat 2015 Pazar

İNSAN VE HAYAT DERGİSİ ÇIKTI..!

İNSAN VE HAYAT dergisi çıktı,
İnsan ve Hayat dergisini internet üzerinden de okuma şansınız var 
hemde 2 lira gibi çok makul fiyata = abone olmak için buyrun.
veya ben dergimi alır sayfalarını çevire çevire kokusunu duyarak okurum :) derseniz buradan abone olabilirsiniz..


1 Şubat 2015 Pazar

YEDİKITA DERGİSİ 78.SAYISI ÇIKTI

YEDİKITA dergisi 78.sayısı çıktı
tarihi tüm gerçekliğiyle bulacağınız dergiyi almanızı tavsiye ederim

22 Ocak 2015 Perşembe

HAKİMİN DÖRT SUÇU

Hazreti Ömer Radıyallahü Anh, hilafeti zamanında Hımıs ileri gelenlerine bir mektup yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini bildirdi. Hımıs'lılar Şam ve civarında bulunan fakirlerin bir listesini Halife Hazreti Ömer'e arzettiler. Hazreti Ömer (R.A.) gelen listeyi açıp baktığında listenin başında kadı olarak ta'yin ettiği Sa'd bin Amir'in ismini görüp listeyi getirenlere hakiminin malî durumunu sordu. Onlar:
— Hakimimiz hakikaten gayet fakirdir. Çünkü rüşvet olacağı korkusundan, en küçük bir hediyemizi bile kabul etmiyor, dediler. Bu sözler Halife Ömer'in hoşuna gitmişti:
— Allah'tan bu kadar korkan hakiminizin hoşunuza gitmeyen tarafları da vardır herhalde... Dedi. Onlar: Hakimlerinden şikâyetlerinin de olduğunu ve bazı hallerinden memnun olmadıklarını söyleyerek kusurlarını şöyle sıraladılar:
1 — Hakimimiz vazifesine her zaman sabah namazından sonra başlaması lâzım geldiği halde kuşluk vakti vazifesinin başına gelir.
2 — Hakimimizi hiç bir gece aramızda görmüyoruz. O hep kendi başına evine çekilir halkla münasebet kurmaz.
3 — Hele haftada birgün, evinden dışarı bile çıkmaz, kapısını arkasından sürgüleyip içerden ses bile vermiyor.
4 — O'nun şahid olduğu bir hadise vardır. O hadise aklına geldiği zaman baygınlık gelir ve üzüntüsünden hastalanır. O hadise ise Eshaptan Hubeyb'in öldürülmesidir, dediler.
Hımıslıların şikâyetlerini sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, onlara bir kısım erzak ve giyecek vererek gönderdi. Hakim Sa'd bin Amir'i de kusurlarının sebebini öğrenmek üzere huzuruna davet etti.
Hakim, Hazreti Ömer'in huzuruna geldiğinde, Halife O'na Hımıslıların bazı şikâyetleri olduğunu söyleyerek dört kusurunun sebebini sordu. O, bu dört hatasını şöyle izah etti:
Birinci kusurum; ailem hasta olduğundan evin bütün işlerini bizzat kendim görüyorum ve bu sebepten vazifemin başına ancak kuşluk vakti gelebiliyorum, ikincisi ise; gündüzleri halk için vazife gören bir kimsenin gece olunca Hak için vazife görmesine müsaade edersiniz her halde. Ben akşam olunca gün boyu yaptığım işlerin muhasebesini yapıyor acaba yaptığım işlerde bir kusurum var mı diye onu tetkik ediyorum.
Üçüncüsü ise; sırtımdakinden başka giyecek elbisem yoktur. Haftada birgün giydiğim çamaşırlarımı yıkıyor temizlik işleri ile meşgul oluyorum. Hatta evimde bile üzerime alacak bir elbisem olmadığından yıkadığım çamaşırlarım kuruyuncaya kadar hiçbir kimseyi görüşmeye bile kabul edemiyorum.
Hubeyb'in şehid edilmesini hatırlayınca bayıldığım ise doğrudur. Çünkü müşrikler Hubeyb'i asarlarken ben yanlarında idim. Belki mani olabilirdim, ama o zaman İslâmla müşerref olmamıştım, sadece hadiseye seyirci kaldım. İşte bu hadise aklıma geldikçe kendimi tutamıyor mes'uliy etinden korktuğum için bayılıyorum, hastalanıyorum, diye sayarak dört kusurunu da Halife Ömer'e izah etti.
Sa'd bin Amir'in (R.A.) bu izahatı karşısında göz yaşlarını tutamayan Halife çok memnun oldu ve ondan sonra Sad'ı hatırladıkça ağlar «Ah Sa'd ah Allah korkusu seni ne kadar yüceltmiş» der onunla iftihar ederdi.
Büyük Dini Hikayeler i.Sıddıkoğlu

21 Ocak 2015 Çarşamba

RUMELİ HİSARI


Fatih Sultan Mehmet Rumeli hisarını yapmaya karar verdiği zaman, 
Bizans imparatorluğunun toprakları üzerinde yapılacak olan bu kale için usulen imparatordan müsaade istemişti. 
İmparator kalenin yapılmasını istemiyor, fakat müsaade etmediği takdirde yine yapılacağını da biliyordu. 
Onun için aklınca kurnazlığa başvurarak padişaha şöyle bir haber gönderir.
-          Kalenin yapılacağı yer Galata’ya aittir. 
Galata ise bizim değil Frenklerin idaresi altında bulunuyor. 
Bu işe biz razı olsak bile kalenin yapılması Frenklerle aranızın açılmasına sebep olur. 
Onun için bu fikirden vazgeçmek lazımdır.
Padişah bu haber karşısında imparatoru şöyle cevaplandırdı:
-          Bizim maksadımız, imparatorun hatırına saygı göstermiş olmak olduğu için önce müsaade almak ve sonra bu işe başlamaktı. 
Mademki; bu yer İmparatorluğun idaresi altında değil, o zaman mesele kalmadı. 
Çünkü Frenklerin hatırına bu kadar saygı gösterme lüzumu hissetmeyiz. 

14 Ocak 2015 Çarşamba

ÇÖZÜM OLMAK..

MÜTHİŞ BİR HİKAYE…
(Sorun değil çözümün bir parçası olmak isteyenlere)
Ölmek üzere olan yaşlı bir adamın, 
3 tane çocuğu vardır ve son vasiyetini yapmak  üzere evlatlarını  yanına çağırır.
-          Evlatlarım, artık ben ölmek üzereyim ve aranızda bir karmaşa olmasın diye 
tek malvarlığım olan 17 deveyi paylaştırayım.
 Miras olarak develerin yarısı en büyük oğluma, 
üç de biri ortanca oğluma, dokuzda birini ise en küçük evladıma bırakıyorum der ve vefat eder.
Babalarının defin işlerini halleden evlatlar develeri paylaşmak için bir araya gelirler. 
Fakat bir türlü pay etme işini halledemezler. 
İşin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi paylaştıramazlar. 
Çünkü 17 deve ne 2’ye ne 3’e ne de 9’a bölünmemektedir.  
Sonuçta yardım almak için zamanın akıl sahiplerinden bilge dedeye giderler.
Bilge dede önce sorunu baştan sona güzelce dinler ve “ Benim bir devem var onu da alıp öyle bir hesap yapalım der. 
Bilge dedenin, bu cömertliğine de bir hayli şaşırmışlardır tabi.
Başlarlar taksimata ve en büyük çocuk 18 olan develerin yarısı 9 deveyi alır. Ortanca evlat miras da geçtiği üzere üçte bir olan 6 deveyi alır. 
En küçük evlat ise 9 da birini yani 2 devesini alır ve çekilir. Bütün paylaştırmalar yapıldıktan sonra ortada bir deve kalmıştır.   
Çocuklar derhal bilge dedeye koşarlar. Efendim paylaşımı yaptık ve ortada bir deve boşta kaldı, derler.   Bilge dede ise tebessümle; 
Sorun çözüldüğüne göre ben de devemi geri alabilir miyim der. 
Herkesin sorunu çözülmüştür.
Zenci Musa      

13 Ocak 2015 Salı

çocuklar için duvar takvimi

İnsan ve Hayat dergisi bu ayki sayısının 
yanında çocuklar için takvim hediye ediyor
biz aldık dolabımızın kapağına yapıştırdık bile  :)
size de tavsiye ederim

12 Ocak 2015 Pazartesi

İNSAN VE HAYAT DERGİSİ BU AY DOPDOLU

İNSAN VE HAYAT dergisi satışa sunulmuş
içeriği yine dolu dolu dergiyi kaçırmayın derim 
abonelik için buraya TIK


10 Ocak 2015 Cumartesi

O MİMAR SİNAN ..


Mimar Sinan’ı kıskanan bazı mimarlar, 
onu zaman zaman Kanuni Sultan Süleyman’a 
çekiştirmeye ve onun yaptıklarını biz de yapardık, demeye başlarlar.
Vaziyeti anlayan Hükümdar, bir gün Mimar Sinan da dâhil, hepsini huzurunda toplar ve 
Sinanı çekiştiren mimarların önüne birkaç tane küçük bilye koyarak onlardan, 
bu bilyeleri üst üste koymalarını ister. Fakat bilyeler hiç üst üste durur mu? Çaresiz kalır, hiç biri yapamazlar. 
Bunun üzerine padişah, Mimar Sinana döner ve
-          Şimdi sen yap bakalım Sinan, der.
Koca mimar, hemen parmağındaki yüzüğü çıkarıp yere koyar, üstüne de bir bilye koyar. Bir yüzük, bir bilye daha bir yüzük, bir bilye daha… Bilyeler üst üste konmuştur. Kıskanç mimarlar hemen itiraz ederler:
- Aaaa! Bunu bizde yapardık sultanım.
 O zaman sultan, onlara hak ettikleri cevabı verirler: daha önce yapsa idiniz ya.. 
O, Orijinalini yapar, siz taklidini yaparsınız.
Zenci Musa    

7 Ocak 2015 Çarşamba

CÖMERTLİK Mİ DEDİN?


Ebu Talibin Hz. Ali den başka diğer oğlu Hz. Caferin oğlu Abdullah sıcak bir günde bir hurma bahçesine inmişti. Burada dinlenip biraz Hurma satın almıştı ve köleye gözleri ilişti. Köleye yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü. Köle ekmeklerden birini ağzına götürmek üzere idi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede yedi. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp yeniden işine dönmek üzere idi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah yaklaşıp sordu:
-Ey köle bugün ki yiyeceğin ne kadardı?
Köle sıkılarak cevap verdi:
  - İşte bu üç parça ekmek.
O halde neden kendine hiç ayırmadın?
-Baktım ki hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim.
Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?
Oruç tutacağım.
Bunun üzerine Abdullah b. Cafer köleden sahibinin, evinin nerede olduğunu sordu. Sonrada gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köle ile birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve kendisini sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi: Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum. Cömertliği ile meşhur Abdullah b. Cafer kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda bu olayı anlatır ve eski köleyi överdi. Ama o köpeğe topu topu  3 parça ekmek vermiş, sense ona koskoca bir hurmalığı ve Hürriyetini vermişsin? Dediklerinde, Şu karşılığı verirdi:
-O elinde ki her şeyi verdi, bense elimdekinin bir kısmını verdim. Biri cömertlik mi dedi?..

6 Ocak 2015 Salı

yedi kıta dergisi 77.sayısı çıktı

her satırı tarih kokan bu dergiyi kaçırmayın..
bu dergiyi internet üzerindan okumak isterseniz çok makul fiyata
BURADAN okuyabilirsiniz..

DİĞER YAYINLARIM..